[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Deprem nedir? Deprem bir doğa olayıdır. Yer kabuğunda beklenmedik bir anda çıkan enerji ile birlikte meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgaların yeryüzünü sarsması, sallaması olayıdır. Yeraltındaki fayların hareketlenmesi ile yeryüzünü beşik gibi sallayan deprem, büyüklüğüne göre yıkıcı birçok sorunu ortaya çıkarabilir. Depremler engellenemez fakat etkisini en aza indirmek, büyüklüğünü en alt seviyede hissetmek, yıkıcılığını önlemenin koşulları vardır.
Yüzyıllardır insanlar bu doğa olaylarıyla yaşamanın, baş etmenini yollarını aramışlardır. İnsanlığın tarihsel ilerleyişinde doğa ile mücadele etmede ustalaşılmıştır. Günümüzde ise depremlerin en ince ayrıntısına kadar keşfedilebiliyoruz. Ama şunu da unutmamak gerekir: bilim bugün egemen sınıfların lehine işlemektedir. Hiç kuşkusuz depremin yaratacağı etkiyi en aza indirmenin çözümleri egemen sınıflara, patronlar ve bir avuç asalak içindir. Türkiye de bunlardan bağımsız değildir. Öyle ki 6 Şubat’ta meydana gelen merkez üssü Maraş olan ve 10 ili etkileyen depremlerde açıklanan son verilere göre toplamda 48 bin 448 kişi hayatını kaybetti. Milyonlarca kişi ise yaralandı. Ölüm sayısının açıklanan bu sayıdan daha fazla olduğunu elbette ki biliyoruz. İşte tam bu noktada adeta katliama dönüşen deprem birçok şeyin gün yüzüne çıkmasını, farkına varılmasını sağladı. Özellikle de devletin acziyeti, kâr ve rantın doğurduğu ölümler ve hiçbir sorumluluğu dahi kabul etmeyen egemenler! Elbette ki sorumluluğu kabul etmeyeceklerdir. Zira halkın başına düşen her taştan “takdir-i ilahi” sorumludur. Günlerce sorulan “devlet nerede?” sorusunu unutmamak gerekiyor. Halkın hafızasında dün gibi hatırlanacağından şüphe yoktur.
EVLERİMİZ MEĞER MEZARIMIZMIŞ
Televizyonlarda yayınlanan, kocaman billboardlara asılan ev reklamlarını hepimiz biliriz. Büyük şatafatlı siteler, bilmem kaç yıl taksitle kira öder gibi ev sahibi olma fırsatları veyahut başımızı sokacak “mütevazı” bir yuva derken binbir emekle, yıllarca sömürüldüğümüz iş hayatıyla birlikte dişten ve tırnaktan artırılarak alınan evler. Peki madalyonun arka kısmı? İşte orası tam bir muamma… Kâr ve rant uğruna insan hayatını hiçe sayma pratikleri. İnşaat harcına çimentoyu iki torba eksik koyalım kâr yapalım, demirden çalalım ki bir kat fazla yapalım, kolona ne gerek var diyerek keselim gitsin diyenler… Çalınan her demirin, tuğlanın fiyatı bu depremde insan hayatıyla kat kat ödendi. O yüksek katlı bol kârlı evler sıra sıra kartondan yapılmışçasına yıkıldı! Katlar arasında sıkışan hayatlar ise saatlerce ve günlerce “evlerinden” kurtarılıp çıkmayı bekledi. Enkaz altında aç, susuz, yaralı halde bekleyen binlerce kişi yine sistemin bizi görmediği biçimiyle ölüme terkedildi. Evlerimiz mezar, üzerimize yıkılan duvarlar ise mezar taşımız oldu.
Ne demiştik, deprem bir doğa olayıdır! Doğa(l) olamayan şey ise göz göre göre milyonlarca insanı o evlere mahkûm ederek canlarına kast etmektir. Gördük ki öldüren bir doğa olayı değilmiş. Bizi öldüren sistemin ta kendisiymiş. Bu bir doğa olayıdır diyerek arkasına sığınmak, bir “helallik” isteyerek sıyrılmak en kolayı en bekleneniydi aslında ve öyle de oldu “Ses vardı devlet yoktu!”
BÜYÜK YIKIM
10 ili etkileyen depremler birçok yıkıma neden oldu. Bazı şehirlerde mahalleler yok oldu. Hayalete dönen şehirler sessizliğe gömüldü, karanlığa büründü. 6 Şubat’ta meydana gelen depremin en çok etkilendiği illerden biri de Adıyaman oldu. En az elli bin kişinin hayatını kaybettiğini söyleyen halk, depremin ilk üç gününde arama-kurtarma çalışmalarının başlamadığını ve insanların enkaz altında günlerce kurtarılmak için beklediklerini söyledi. Günlerce enkaz altında aç, susuz, yaralı bir halde kurtarılmayı bekleyenler soğuktan donarak hayatlarını kaybetti. İnsanlar yardım beklerken öldü! Bağıra çağıra haykırarak yardım isteyen binlerce kişi devletin kendilerine ulaşmasını beklerken can verdi.
HALK DAYANIŞMASI YAŞATTI
Gönüllülerin Adıyaman’daki deprem bölgesine gelmesiyle birlikte insanlar göçük altından çıkarılmaya başlandı. Şehir merkezinde neredeyse hasarsız ev kalmamıştı. Az hasarlı denen evler bile girilecek durumda değildi. Hayatta kalanlar ise günlerce dışarıda soğukta beklemek zorunda kalmıştı.
Adıyaman’ın köylerinde ise yıkım gözle görünür bir biçimde değil ancak hasar alan evlere girmek tehlikeli. Bu noktada ise birçok köye hâlâ çadır ulaşmamış. Tütün üretimi yapılan köylerde insanlar tütün çadırlarında yaşamak zorunda bırakılmışlar. Enkaz altında kalan insanları kurtarmak için gelmeyen devlet hızlı bir şekilde çekiçlerle hasar tespiti yaparak köydeki evleri yıkmaya başlamış. Eşyalarını dahi alamayan köylüler ise barınmak için çadır verilmediğini söyleyerek ‘’bu devlet kimin devleti çünkü bizim devletimiz değil’’ diyerek tepkilerini dile getiriyor. Yıkımın çok olduğu Adıyaman merkezden köylerine giden depremzedeler ile birlikte köylerdeki nüfus oldukça artmış durumda. Adıyaman merkezdeki enkaz kaldırma çalışmaları ve çadırların yoğun olması nedeni ile yoğun hava kirliliği oluşmuş. İnsan hayatını olumsuz etkileyen bu durum birçok sağlık sorununu beraberinde getiriyor. İnsanların hâlâ duş alamadığı tuvalet ihtiyaçlarını karşılayamadığı suyun kısıtlı aktığı bir tablo mevcutken su kesintileri sık sık yaşanıyor. Deprem öncesinde de yoksulluğun fazla olduğu bu yerde halk tam anlamıyla hiçbir şeysiz kalmış durumda.
Asıl sorun bundan sonraki süreçte ne olacağı konusu olacaktır. Barınma temel sorun gibi görünse de gidecek başka yeri olmayanlar burada yeniden hayata başlamanın koşullarının oluşturulmasını bekliyor. Açlık ve yoksulluğun bugün daha da derinleştiği deprem bölgelerinde halk birçok sorunla karşı karşıya kalmış durumda. Birlikte mücadele etmenin, ortak bir ses çıkarmanın önemi olduğu bu günlerde halk dayanışmasının önemli bir kez daha yankılanıyor.