“Karpuzun, kavunun hepsinin selasını okuduk!” Çiftçilerin isyanı bu yıl tüm bölgelerde sürüyor. Burjuva-feodal medyanın radarından kaçan, eylemlerden siyasi rant çıkarmaya çalışanlar bir yana çiftçilerin toprağı kurumaya devam ediyor. Çiftçilerin ekonomik talepleri eylemlerde kullanılan pankart ve dövizlerde açıkça ifade ediliyor. Başlıca talepler: üretim maliyetlerinin düşürülmesi ve ürün alım fiyatlarının yukarı seviyelere çekilmesi… Bu gayet ekonomik ve makul talepler karşılanamıyor. Bunun sebebi ekonomik kriz. Eylemlerin artmasındaki en açık neden bu. Tarım üzerindeki emperyalist politikalar ve yerli iş birlikçilerin küçük ve orta üreticiyi sömürmesi ve baskı altında tutması da devam eden krizin temel nedenidir. Tohum, gübre, yakıt gibi tarımsal üretimde olmazsa olmaz girdiler üzerinde ağır bir tekel oluşturmuş şirketlerin ve dolaylı olarak da bankaların ve bunların yerli iş birlikçilerinin altında ezilen üreticilerin bugün nefes alamamalarının esas sorumlularıdır. Tarımdaki plansızlık ve esas olarak dışarıdan getirilen teknolojinin üretimde neden olduğu artış çiftçilerin bugünkü haklı isyanını doğurdu. Çok değil birkaç yıl öncesinden bu eylemlerin yayılacağı ve üretici için bıçağın kemiğe dayandığı açıktı. Covid-19 salgınından bu yana üretimde artan maliyetler ve pazarda yaşanan sıkıntılar çiftçilerin tarlalardan ağır ağır uzaklaşmasına neden oldu. “Kaynayan sudaki kurbağa” misali çiftçi artan maliyetlerin karşılanamayacağı, üreticinin elindekileri kaybetmeye başladığı ana kadar üretime devam etti. Artık üretim araçları buhar olmakta, gelir kaynaklarını yitirmekte olan çiftçi ölümü ensesinde hissetmekte!
ÜRETİME MUHTAÇ, SÖMÜRMEYE DE
TC’nin tarım politikaları birçok noktada açmaz içinde. Onun bağımlı sosyo-ekonomisi hem yoğun üretimi hem de yoğun sömürüyü içermektedir. Emperyalizme bağımlı politikaların neden olduğu baskılar süregelen yoğun sömürüyü koruyup kalıcılaştırıyor, aksi yöndeki her gelişme çok geçmeden engelleniyor. Üretimde sağlanan hiçbir başarı ülke tarımının gelişmesine hizmet etmiyor, sadece ülkeden dışarıya kaynak transferini garantiye alıyor. Küçük ve orta üretici sözde desteklerle üretmeye teşvik edilirken elindekileri kaybetme riski karşısında hiçbir şekilde korunmuyor. Desteklerin çoğunlukla kâğıt üzerinde kalması üreticinin geleceğini görememesine neden olmakta ve üretici kaçınılmaz olarak elindekini kaybetmeye başlamakta, üretim araçlarını adım adım yitirmekte ya da üretmekten vazgeçmeye yönelmektedir. Başka gelir kaynağı olmayanlar ya da başka kaynaklara yönelme şansı, olanağı olmayanlar için de üretimden vazgeçmenin bir seçenek olmadığı açıktır. Bu genel durum Nebati-Şimşek ikilisinde somutlaşan git gelle birlikte çiftçiyi bir arada iki derede davranmaya razı bırakıyor.
Küçük-orta üreticinin tarlasının boş kalması, üretim araçlarını yitirmesi TC’nin sömürü çarkına yarar sağlar mı? Üretici mülkiyetinin satışa çıkarılması daha büyük tarımsal arazilerin, dolayısıyla daha büyük üretim mekanizmalarının oluşumuna mı hizmet ediyor?
Borçlanan çiftçinin mülküne el konulması ve bu yolla gasbedilen mülkün satışı “sıcak para girişi” sağladığı için sömürü çarkına hizmet edebilir. Ucuza alınan ürünün pahalıya satılması da bu çarka hizmet sağlayabilir. Fakat bunların hiçbiri daha büyük bir tarımsal üretimi, endüstriyelleşmiş tarım sektörünü doğurmayacaktır. Çünkü başta da ifade ettiğimiz üzere TC’nin bağımlı sosyo-ekonomisi, üretimin “millileşmesinin” ve dolayısıyla endüstriyel tarımın önündeki en güçlü engeldir. Tohumdan yakıta, gübreden üretim araçlarına her şeyde TC bağımlıdır. “Vatan toprakları” diye geçen topraklar özünde emperyalist sermayenin çarkında bir dişlidir. Bu çarkın dişlisi ne derecede öğütürse öğütsün sonuç beslenen bir milli endüstri olmaz. Evet, bugün için küçük-orta üreticinin üretimi azalıyor görünmektedir. Fakat “ayakta kalan” ya da bir biçimde üretmeye devam eden üretici için başka bir seçenek oluşmadıkça üretim bağımlı tarım ekonomisinin esas parçası kılmaya devam edecektir. Sözde desteklerin de içeriği budur!
TARIMSAL DESTEKLER BAĞIMLILIĞIN BİR ARACI
Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı çiftçiler uzun süredir mülkü ve ektiği ürün oranında bir mali destek alıyor. Bu mali destek “üretimi kolaylaştırıcı” bir politika olarak ifade ediliyor. 2025 desteklerinin içeriği değişti. Bu desteklerde yer alan “mazot, gübre ve prim” desteği yayımlanan bildiride yer almadı. Bu duruma dair haberlerin ardından Bakanlık bir açıklama yaparak söz konusu bilgilerin gerçek olmadığını ileri sürdü ve haberlerin “spekülasyon” olduğunu iddia etti. “Temel destek” adını verdikleri içerikte mazotun yüzde 50’sinin, gübrenin de yüzden 25’inin destek olarak ödeneceği açıklandı. Temel destek bildirisinin karmaşık içeriğini ise ne Bakanlık açıklayabildi ne de çiftçi anlayabildi! Diğer temel destek ürünlerinde üreticiye üretim yaptığı dekar başına destek artışı yapılacağı bilgisi göze çarptı. Örneğin, buğday ve arpada dekar başına destek maliyeti 185 liradan 634 liraya yükseldi. Şöyle genel olarak baktığımızda bir artış görüyoruz. Fakat bu artış neyi ifade ediyor? Hemen söyleyelim: bağımlılığının devamı. Başta belirttiğimiz gibi bağımlı ekonomiden en ufak bir kopuştan, hatta uzaklaşmadan bahsedilemez. Evet, bu süreçte küçük-orta üreticilerin üretimden uzaklaşması, bir nebze kopuşu söz konusu olabilir. Fakat bu genel üretimin içerisinde küçük bir orana tekabül edecektir. Bu destekler, çiftçinin öyle ya da böyle üretmesine teşvik sağlayacaktır! Küçük-orta üreticinin bu bağımlılığı ancak görmesi gerekebilir. Oluşacak tablo şimdiden açıktır: 2025 yılı itibarıyla enflasyon sürecek, maliyetler artmaya devam edecek. Bugün açıklanan destekler, yarının üretimi için teşvik sağlayacak fakat yılın sonunda çiftçinin isyanı tekerrür edecektir.
BUGÜNÜN İSYANI YARINI DA KUŞATSIN!
Bu yılki köylü eylemlerinde, bağımlı ekonominin bir sonucu olarak küçük-orta üreticinin ekonomik talepli eylemlerine şahit olduk. Hasat bitti, yıl bitiyor, üretici bu yılı da zarar ile kapatıyor. Köylü eylemlerine bundan sonra da tanık olacağız. Çoğunluğu yoksul üretici olan köylülerin sorunları esas olarak kalıcıdır ve bunlar örgütlü bir gücün dinamiklerine dönüşmedikçe varlığını koruyacaktır. “Yeni” bakanlar, yeni iktidarlar suçlanacak; ama bir önceki dönemde olan aynı sorunların varlığı unutulacaktır. Akıllarda köylülerin isyanı kalacaktır. Bu isyan çığlıklarını unutulmaz kılmak, bir sınıf mücadelesi olarak kavramak örgütlenmeyi gerektirir. Sanıldığı gibi “örgütlenmek” sadece bir gelecek yaratmak çabasıyla başlamaz, örgütlenmek isyanla başlar. Köylüler örgütlenmek için belirsiz çığlıklar atmakta.
Üretimden gelen isyanın sözlerini ve çığlığını unutmamak gerekiyor. Bazı eylemlerde köylülerin sözleri halkın örgütlülüğü için bir çağrıdır. Ürettiğini satamayan, artan maliyetler, bankalara borcu olan köylülerin eylemleri dört bir yandaydı. Amasya’nın Merzifon ilçesinde bir köylü bankaya olan borcunu ödemek için 40 yıllık traktörünü “Satılık Emektar” etiketiyle satışa çıkardı. Bu, köylünün isyanıdır. Emektar olan kendi üretim gücüdür, kendisidir de aynı zamanda. Başta da yazdık, şöyle diyordu bir çiftçi: “Bir karış toprağınız kalmayasıya kadar bize dikin dediler! Al abi al, diktik, ne oldu? Karpuzun, kavunun, domatesin, hepsinin selasını okuttuk!”
Konya, Niğde, Edirne, Maraş, Iğdır, Bursa, Balıkesir, Malatya ve birçok kent ve köyde üreticiler aylardır eylemdeler. Buna karşı hiçbir açıklama yapmayan devlet, destek açıklaması ile 2025 tarım planlamasını çizdi! Bununla da kalmadı, Tarım, orman ve balıkçılık sektöründe 2024 yılında yüzde 3,7’lik bir büyümeden söz edildi. Büyüme yerli iş birlikçilerin, tarım fabrikalarının, komisyoncuların vs. ucuza aldıkları ürünü pahalıya satmasıdır! Bağımlı ekonomi bir avuç iş birlikçi sınıfın kârına hizmet eder. Onu büyütür. Çiftçi ise bağımlı üretime hapsedilmiştir. Yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde bağımlı tarım üretimi böyle gerçekleşir. Benzer örnekleri Brezilya, Meksika, Hindistan’da da görüyoruz. Bu durumu bir sonraki yazımızda inceleyeceğiz.
Başladığımız gibi bitirelim: Üreticinin selası okundu, yeni selalara…