Geçmişte hiç ses çıkarmayan komprador sermaye patronları bugün “gelir dağılımı eşitsizliği”nden bahsediyorlar. Onların bahsettiği gelir dağılımı eşitsizliği patronlarla, işçiler ve emekçiler arasında olan değil. Sermaye ile işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki, sömürü kaynaklı var olan gelir dağılımı eşitsizliğine karşı olmak patronların doğasına aykırıdır, kontrolden çıkmadığı sürece bu onların umurlarında da olmaz. Onların sorunu rant paylaşımındaki eşitsizliktir. Rantın devamlı belli bir kesime aktarılmasını sorun olarak görürler. “Beşli Çete” diye bahsedilen bir kesim bu süreçte rantın esas kısmını almaktadır.
Emperyalistler de benzer durumdan rahatsızlar; bıraktıkları kırıntıların kompradorlar arasında eşit dağılımını istiyorlar. Emperyalistler bunun yanında dış politikada emperyalistler arası çatlaktan yararlanmaya çalışan kararsız ve dengesiz durumdan da rahatsızlar. Bütün bunlar göz önüne alındığında AKP-Erdoğan iktidarının kullanım süresinin sonuna yaklaştığı anlaşılıyor. AKP ve Erdoğan emperyalistlerin bir projesinin ürünü olarak gündeme gelmişti. O koşullar ortadan kalktığı ve gelinen aşamada işlevini yitirdiği için de artık iktidardan indirilebilir. AKP-Erdoğan ise kolayca gitmek istemiyor ve direniyor; kullanışlı olmak için her şeyini sunuyor. Daha önce de birkaç kez Erdoğan emperyalistler için tartışmalı hale geldi fakat halen kullanılabileceği düşünüldü. Diğer yandan AKP emperyalistleri ikna ettiği için iktidarda kalmaya devam etti. Gelinen aşamada, en azından şu anki verilerle bu sefer AKP iktidarının sona yaklaştığı görülüyor. Bu nedenle emperyalistlerin ve kompradorların farklı planları devreye koyduklarını görmekteyiz. Sert müdahaleden ziyade yumuşak güç kullanacakları anlaşılıyor. Toplumsal muhalefetin tepkisini kullanmaktan özenle uzak duruyorlar. Toplumsal muhalefetin biriken tepkisinin farkındalar ve bunun ufak bir kıvılcımla sisteme yönelebileceğini hesaplıyor olmalılar. CHP ve ortaklarının sokağı tehlikeli bulmalarının arkasında böyle bir değerlendirme olduğu görülüyor. Bundan dolayı tüm burjuva partiler ağız birliği etmişçesine sokaktan uzak durulması gerektiğini beyan ediyorlar. Darbeyi de en azından şimdilik konjonktürün etkisiyle kullanılabilecek bir seçenek olarak görmüyorlar.
Bu durumda üzerinde durdukları seçeneğin, AKP-Erdoğan iktidarını teşhir edip arkasındaki desteği eriterek, “kendiliğinden” gitmesi üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Halk diliyle söylemek gerekirse “elmayı dalında çürütmeyi” hedefliyorlar. AKP-Erdoğan’ın kendi içinde çürüyüp tükenmesi için her türlü koşul hazırlanıyor. Bunun en bilinen yolu dün birlikte yaptıkları tüm pislikleri ortaya dökmektir. Dün hepsi için “günah” olmayan ameller şimdi tek tek ortalığa saçılıyor. Sistemin tüm çürümüşlüğünü de AKP-Erdoğan’a ihale ediyorlar. Elbette ki sistemin tüm çürümüşlüğünü yirmi bir yıl boyunca AKP hayata geçirmiştir ve bir anlamıyla devletle özdeşleşmiş olduğu için bu çürümenin AKP-Erdoğan’a ihale edilmesi doğrudur. Diğer taraftan sistemin kendisi bu durumu ürettiği için de sadece AKP-Erdoğan ile açıklamak yanlıştır. Burjuvazi, olgunun bir yönünü ön plana çıkararak gerçeği çarpıtmakta, sistemin çıkarları için halkı aldatmaktadır. Komünistler ise olguyu bütünsel olarak, diyalektik ilişki içinde ele alıyor. Sistemin olumlanması için AKP’nin olumsuzlanmasını öne çıkarmıyor bir bütün burjuva feodal sistemin olumsuzlanmasını ortaya koyuyorlar.
Kapitalist sistemde ticaretle sahtekârlık arasındaki çizgi incedir. Sistemin ortaya çıkışında ilk birikim halkın/köylünün mülklerine el konarak olmuştur. Dolayısıyla mülkiyete “çökülmesi” sistemin bir “normalidir.” Bu anlamda S. Peker’in itirafları ve ifşaatları esasta milliyetçi-muhafazakâr kesime dönük bir çalışmanın ürünüdür. AKP-MHP blokunun “vatan, millet, din, ahlak” söylemleri ile neleri kapattıkları tam da onların oy aldıkları kitlelere gösterilmeye çalışılmaktadır. AKP’nin gerçek yüzü açık edilmeye çalışılıyor.
Bunları devrimciler komünistler zaten biliyordu. Söz konusu örneklerin “içeride” yıllarca birlikte oldukları, tüm pislikleri birlikte yaptıkları birileri tarafından açıklanması AKP tabanında etki gücünü artırmak içindir. AKP-Erdoğan bunları görmezden gelerek, yok sayarak etkisizleştireceğini sanıyor. Ama aksine bu durumda da etkisi daha büyüyor, AKP içinde klikler birbirine karşı pozisyon alıyor vs. Peker’in itiraf ve ifşaatları ile birlikte AKP-Erdoğan’ın elinden en büyük koz alınmış ya da ciddi anlamda etkisizleştirilmiş oluyor. Dillendirilen konular halkı, kendi tabanını ikna etmede, aldatmada kullanılabilir olmaktan çıkıyor.
S. Peker’in ifşaatlarının tarihsel süreçteki anlamı budur. Onun bu anlamın bilincinde olup olmamasından bağımsız olarak durum böyledir. Bu ifşaatlar ile birlikte AKP kitlesi elbette bir anda AKP’den kopmayacaktır fakat bu kopuşu sağlayacak süreç başlatılmıştır. Bunu destekleyecek başka gelişmeler olduğu gibi yenilerinin çıkması da şaşırtıcı olmaz. “Pudra şekeri”, “SBK Holding” gibi örnekler bunların birer parçasıdır. Bundan sonra basında bu tip olayların görülmesine şaşılmamalıdır. AKP tabanının AKP’den uzaklaştırılması hamlesinin en önemli vurucu gücü S. Peker olmuştur. S. Peker’in anlatımları içinde komünistlerin tahmin etmediği, hayretle karşıladığı yoktur. Ki komünistler tek tek magazinsel anlatımları değil onların bütün içindeki yerine bakmaktadırlar. Çürümenin dönemsel değil sistemin ürettiği bir sorun olduğunu ve devletin kurulduğu günden bu tarafa bunların var olageldiğini savunmuştur. Şimdi bunu sistemin aktörleri birçok kanaldan ifşa ediyor. Tabii ki bunları ortadan kaldırmak, sömürüye ranta son vermek için ifşa edilmediği de ortadadır.
Geçmişte bu anlatılanlardan daha büyük yolsuzluklar, kayırmacılık ve çeteleşme yaşanırken kimse (burjuvalar) ses çıkarmazken devrimciler-komünistler bunları halka anlatıyordu. Sistem bu yönleri ile halka anlatılıyordu. Burjuva kalemşorlar değil ses çıkarmak bir de komünistleri küçümsüyordu. Şimdi ne hikmetse peş peşe çürüme halleri ortalığa saçılıyor, gündemde tutuluyor. Bununla topluma bu işler AKP ile sınırlı mesajı verilmeye çalışılıyor; S. Peker gibi “etkili” aktörler bunun için kullanılıyor. Biraz yakın tarih incelemesi yapanların göreceği gibi bu sorun sistematiktir. Halka da bu anlatılmalıdır.
Bu süreç hâkim sınıflarca dikkatli bir biçimde ele alınıyor. Türkiye’de burjuva feodal sistemin ve devletin çürümüşlüğü ve çöküşü tümüyle gözler önündeyken bu böyle anlatılmıyor. Çürüme ve çöküş, parti ve medya gibi devlet ile organik ilişkisi olmayan alanlarla sınırlı şekilde gösterilmeye çalışılıyor. Kirli ve çürümüş olan siyaset (parti), medya vb. ama temiz ve sağlam olan devlet (!) O zaman ‘yapılması gereken kirli çürümüş siyasetin temizlenmesi, devletin güçlendirilmesidir’ deniyor ikiyüzlüce. Hâkim sınıfların tüm partilerinin söylemlerine baktığımızda devlete laf söylemediklerini görmekteyiz. Ciddi bir devlet krizinin yaşandığı, güçlü dedikleri devletlerinin güçsüzlüğü herkes tarafından görülüyor. Çürüme ve çöküşün tüm devlet kurum ve kuruluşlarında yaşandığı tüm burjuva siyasetçiler tarafından da görülüyor ama bu dillendirilmiyor. Bununla tüm faturayı AKP’ye çıkarıp sistemi, devleti temize çıkarma operasyonu yapılıyor. Tekrar tekrar vurgulamak gerekirse Peker’in ifşaatları da bu operasyonda bir yerlere oturmaktadır. Yoksa anlatımlarda yeni bir hikâye yoktur.
Emperyalistler ve hâkim sınıflar, bu hamle ile bir taraftan AKP’nin tabanını AKP’den uzaklaştırır ve onun elinden vatan, din, ahlak, milliyetçilik gibi halkı kandırma silahlarını alırken öte yandan direnirse kendisini nelerin beklediğinin işaretlerini veriyorlar. Yolsuzluklar, rüşvet, mülkiyetlere zorla el konması, çetelerle iş tutma gibi suç dosyalarını gösteriyorlar. Hatta S. Peker’in ağzından uluslararası mahkemelerde yargılanmasına sebep olacak konular gündeme getiriliyor. Uyuşturucu ticareti, kara para aklama gibi konuların ucunun AKP yönetimine dayandığı gösteriliyor. Direnmeden, sorun çıkarmadan giderse yargılanmayacağı da CHP sözcülerince “biz birilerini yargılama peşinde değiliz” denerek hatırlatılıyor. Görüldüğü gibi S. Peker’in ifşaatları çok fonksiyonlu bir araca benziyor. Bu fonksiyona sahip olup olmadığını S. Peker’in bilip bilmemesinin bir önemi bulunmuyor. Ayrıca bu bizim politik analizlerimizde de önemli bir yerde durmuyor.
Hâkim sınıflar devletin çöküşü ve çürümesinden yürütmeyi değiştirerek kurtulamayacağını görüyor olmalılar ki yürütmeyi değiştirmekle birlikte ekonomik, kurumsal, ideolojik ayakları olan reorganizasyon sürecini de başlatmaya hazırlanıyorlar. Şimdiden reorganizasyon planları açıklanıyor. Reorganizasyonla birlikte komprador burjuvazinin deneyimlerinin gerisine düşen organları, kurumları yeniden düzenlemeyi; hâkim sınıflar arasındaki çizginin net belirlenmesi ile birlikte yasama, yürütme ve yargının tekrar ayrılmasını hedefliyorlar. Bu reorganizasyon projesini “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye isimlendiriyorlar. Devletin, kurumları ve ideolojik aygıtları ile yeniden inşa edilme planı yapılıyor. Bu ise esasta rant pastasının yeniden paylaştırılması sürecidir. Şimdiden yeni dönemde kimin ranttan ne kadar pay alacağı hesaplanmaktadır. Savaşım politik özgürlükleri genişletme, halkın refahını artırma savaşımı değildir; rant savaşımıdır.
S. Peker birçok kişi tarafından bilinen çürüme ve bunun yarattığı ilişki tarzını anlatarak geniş kitlelere dolaylı olarak acilen yeniden inşaya ihtiyaç olduğunu anlatmaktadır. Peker, devrimcilerin devletin niteliği konusunda yıllardır anlattıklarını, içinde yaşayan konuya dair pratik deneyimi fazla olan birisi olarak gayet anlaşılır şekilde anlatıyor. Belki de fazlaca izlenmesinin önemli bir nedeni de budur. Kitlelerin gözünde etkili olduğu da görülüyor. Bilinen hikâyenin anlatıcısı bizzat hikâyenin aktörü olunca hikâyenin inandırıcılığı ile birlikte etkisi de artıyor. Hâkim sınıfların reorganizasyonu ideolojik alanda da yapma planına sahip olduğu görülüyor. Hâkim sınıfların yönetmede gösterecekleri “başarının” birisi zor aygıtına dayanırken diğeri ideolojik hegemonya oluşturabilmesine dayanır. Halkın ağırlıklı bölümünün sisteme, devlet kurumlarına güveni alt seviyededir. Devletin ideolojik aygıtları artık rıza üretememektedir. Halkın devlete olan güveni belki de kurulduğu günden bu tarafa en düşük seviyededir. Vatan, millet, din, ahlak denen şeylerin hepsinin rant ve sermaye olduğu ortaya çıkmıştır. Hâkim sınıfların halkı kandırma söylemleri sihrini yitirmiş durumdadır. Böyle bir süreçte devrimci mücadeleyi geliştirememenin, ciddi oranda zayıf bir güç olarak kalmanın çok yönlü olarak incelenmesi gereken ayrı bir konu olduğunu belirterek geçelim.
Hâkim sınıf klikleri ideolojik hegemonyayı yeniden tesis etmeye çalışıyor. Vatan, millet, din, ahlak argümanları etkisizleşince şimdi hukuk devleti, politik özgürlükler, eşitlik, adalet gibi liberal ideolojinin argümanları ile kitlelere gidiyor. Bildiğimiz faşist partiler kendilerini büyük demokratlar olarak gösteriyor. “Sosyal hukuk devleti” ideolojik söylemi tekrar yükselen değer olarak sunuluyor. Devrimci muhalefetin olmadığı ya da zayıf olduğu bu süreçte; hâkim sınıfların bir kliğinin önderliğinde (iktidardaki klik hariç) tüm klikler bir araya getirilip onların yanına milli burjuvazi ve küçük burjuvazinin örgüt ve partileri de ekllenmeye çalışılıyor. Kemalist ideolojiye geniş bir kitle tabanı yaratılıyor.
Liberaller ile Aydınlanmacılar farklı saiklerle de olsa devletin özellikle ideolojik olarak reorganize edilmesinde bir araya gelmiş durumdalar. Zaten bu durum Kemalist ideolojinin tabanını hiç olmadığı kadar genişletmiştir. Kemalizmin baş temsilcisi CHP devletin reorganize edilmesinde belirleyici bir konuma yerleşmiş durumdadır. Salt hâkim sınıf kliklerini bir araya getirmeden öte ezilen tüm kesimleri de sistem içine çekme çabası içinde. Demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk vb. vaatler ile işçileri, köylüleri, Kürtleri, Alevileri, solcuları, reformistleri hatta devrimcilerin bir kısmını kendi bayrağı altında toplamaya çalışıyor. CHP’ye hâkim sınıflarca bu misyon biçilmiş durumdadır. TC tarihinde de zaman zaman bu misyonu başarı ile yerine getirdiği görülmüştür. Bu misyonunda başarılı olduğu bazı devrimci yapıları zımnen de olsa kendi politikasını destekler duruma getirebilmesinden anlıyoruz. S. Peker de halk düşmanlığı yaptığı bazı pratikler hakkında özür dileyerek halkı örtük bir biçimde de olsa sistem içine yönlendirmeye çalışıyor; CHP’ye objektif destek sunuyor. İktidar blokuna karşı iki farklı ideoloji üzerinden muhalefet oluşturuluyor. Birincisi, liberal ideolojik bakışla; bireysel hak ve özgürlükleri, kurumların esas alındığı güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü söylemiyle… Diğeri ise “dinci gericilik”, “siyasal İslâm”ın kapitalist devletin tüm kurumlarını yok ettiği, dolayısıyla cumhuriyetin ilerici kazanımlarının, laikliğin, demokrasinin yok edildiği söylemi ile yapılıyor. Bu da Aydınlanmacı ideolojik bakış üzerinden geliştiriliyor. Bu iki bakış açısının söylemleri farklı olsa konjonktürde aynı politik hedef etrafında birleşmişlerdir. Dolayısıyla iki kesim de Kemalist ideolojiyi güncelleyip yeniden üreterek geniş kitlelere sunuyor, onları zehirliyorlar. Elbette S. Peker’in ifşaatları tek başına bunlara zemin olmuyor ama diğer faktörlerle birleşince hiç küçümsenmeyecek bir zemin hazırladığı da görülüyor.
Bu süreçten sonra AKP’nin kullandığı din, vatan, millet, ahlak temelli söylemlerin kendini vurma ihtimali yüksektir. Artık bu söylemler beş-altı maaş alan bürokratları, mafyadan her ay 10 bin dolar alan siyasetçileri, uyuşturucunun rotasını belirleyen önemli AKP’lilerin çocuklarının icraatlarını, “pudra şekeri” çeken AKP çalışanlarını, kurtaramayacaktır. Peker’in ifşaatları ile iyice anlaşılmıştır ki süreç AKP’nin yumuşak bir biçimde iktidardan uzaklaştırılması ve rant pastasının yeniden pay edilmesi şeklinde işleyecektir. Yolsuzlukların vb. hesabının bu sistem içinde sorulacağı beklentisi boş bir beklentidir. Bir iki olay yargıya taşınsa da esasta kimseye dokunulmayacaktır. Sitemin işleyişi bunu gerektirmektedir. Bunlar dün olduğu gibi ancak iktidar değişimi için kullanılacaktır.
Bu süreçte AKP’nin hamle yapma ihtimali çok sınırlıdır. Bunu kendileri de gördüğü için ilk olarak emperyalistlerle pazarlıklarda yükseltmiş oldukları eli indirip ABD-AB emperyalistlerine NATO çerçevesinde tam biatlarını sundular. Sözde “emperyalistler arası çelişkilerden faydalanma” siyasetini rafa kaldırdılar. Rusya emperyalizmine karşı öncü kartal olmayı kabul ettiler. ABD’nin Afganistan’daki çıkarlarının gönüllü bekçisi olmayı, onun için ölebilecek askerlerinin olduğunu kabul ettiler. Emperyalistler de bu biat sonrası üzerlerine üst boyutta gelmedi. Hatta kulislerde AKP’nin zaten gidiş sürecinde olduğu, NATO kapsamında ek bir şeyler yapmaya gerek olmadığının söylendiği yazıldı. AKP emperyalistlerin tüm isteklerine razı olsa bile emperyalistler (ABD-AB) artık AKP ile çalışmaya eskisi kadar istekli değiller.
AKP iç siyasette tüm muhalefet kesimlerine karşı saldırgan bir politika izleyeceğini pratikleriyle gösteriyor. Burjuva siyaset alanını bile terörize ederek kendisine mecbur olduklarını göstermeye çalışıyor. Sistemin meşruluğunun önemli faktörleri arasında insanların can ve mal güvenliğini sağlaması gelir. AKP kendisi olmadığında bunların yapılamayacağını, yaşananın tufan olacağını gösteriyor. Burjuva feodal düzenin meşruluğunu sağlayan ögeler üzerinden diğer kliği kendisine mahkûm etmeye çalışıyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde iktidarı kaybetmişti ve toplumu terörize ederek halka kendileri olmazsa bizzat neler olacağını göstererek 1 Kasım 2015’te tekrar çoğunluğu sağlamıştı. Bunu da utanmadan dile getirmişler, patlayan bombalar oylarımızı çoğalttı demişlerdi. Halk için can güvenliğinin, ekonomik durumdan daha öncelikli olduğunu, can güvenliklerinin tehlikede olduğu gösterilirse ekonomik sorunları bir kenara bırakırlar anlayışı üzerinden politika oluşturulmuştu. Hatta bu politika ekonominin de çökeceği propagandasıyla birlikte işletilmiş, küçük esnaf başta olmak üzere birçok kesimin kaygılarından yararlanılmıştı. Şu anda da yolsuzluklar ve çürümenin yaratmış olduğu tahribat, yine oy kaybı bu politikaya benzer bir yaklaşımla etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Amaç her halükârda iktidarda kalmaktır. AKP geçmiş deneyimlerine güvenerek yine aynı politik taktiğe başvuruyor. HDP’nin İzmir İl Başkanlığı’nda bir çalışanın katledilmesi bu süreci başlattıklarının habercisi olarak okunabilir. Bundan sonra daha büyük katliamlara, önemli kişilere karşı suikastlara da yönelebilirler. Ya da toplumda şovenizmi ve ırkçılığı körükleyerek saldırılar örgütleyebilir, çelişkileri çatışmaya dönüştürebilirler. Nitekim son dönemde Kürtlere yönelik milliyetçi, faşist saldırıların tırmandırılması buna bir işaret olarak da değerlendirilebilir. “Bunlar daha iyi günleriniz” sözlerinin salt burjuva muhalefet için söylendiği düşünülmemelidir.
Diğer yandan bu politik ve pratik taktiğin aynı sonucu vereceği de kuşkuludur. Erdoğan, aynı nehirde iki kez yıkanabileceğini göstermeye çalışıyor! Bunu başarıp başaramayacağını yaşayarak göreceğiz. Ancak Peker’in bu kapsamdaki sözleri geçmişte yaşananlar nedeniyle kitlelerde karşılığını buluyor. Daha önce halkı “kan banyosu yapmakla” tehdit eden halk düşmanı, işlerin nereye gideceğini de biliyor. Bu kapsamda söyledikleri yabana atılır değildir. Elbette Peker bu sözleri, AKP-Erdoğan’ın bu taktiğini zayıflatmak için söylüyor ve bunda kısmen başarılı olduğu da görülüyor.
Şunu da söylemeliyiz ki hâkim sınıflar arası mücadele kızışıyor. AKP, yukarıda ortaya koyduğumuz politik taktiğini pratikleştirmeye başladı. Komünistler, devrimciler yalnızca bunu belirlemekle kalmamalıdırlar. Katliam ve suikastlara karşı halk uyarıldığı gibi özellikle toplu bulunulan tüm mekânların güvenliğine özel önem verilmelidir. Halka kendi güvenliklerini oluşturmada öncülük edilmelidir. Özellikle devrimci-demokratik güçlerin yapacağı mitingler, eylemler, cemevleri gibi mekânlar önemsenmelidir. İŞİD, El Kaide ve ülkücü faşistlerin devlet desteğiyle geçmişte yaptıkları gibi söz konusu kesimlere yönelik saldırıları ihtimal dahilinde tutulmalı, tedbirli olunmalıdır. Özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin yapacağı her etkinlik bu ciddiyetle ele alınmalı; güvenliği bizzat düzenleyenler tarafından alınmayan etkinlikler uyarılmalıdır. Peker de bu konulara bilen, yapan biri olarak değinmiştir. Başka olgularla birleştirilince dikkate almamanın hata olacağı da görülmelidir.
Süreçte komünistlerin tavrı ne olmalıdır? Öncelikle şunu söyleyelim S. Peker gibi halk düşmanlarının ifşaatlarında komünistlerce bilinmeyen bir şey yoktur. Peker dün başka bir faşist klik için çalışırken ranttan paylaşımında dışlandığı için şimdi diğer faşist kliğin değirmenine su taşımakta, kendine yeni dayanaklar bulmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken amacının asla devleti, sistemi bir bütün teşhir etmek olmadığı da ortadır. Onun rolü, emperyalistler ve komprador sınıflar tarafından kullanım süresi dolan AKP’nin gönderilmesine yardımcı olmaktır. Bu yardımcı olma faaliyetinin bedelsiz yapıldığı da düşünülemez. Muhakkak ki karşılığını alacaktır! Anlattıklarının, devlet adına yapılan yolsuzlukların, katliamların küçük bir kısmı olduğu da akılda tutulmalıdır. Çürümüşlüğün niteliğini zaten ortaya koyduk. AKP ile sınırlı bir sorun değildir. Dolayısıyla komünistler bu bilimsel gerçeğin ışığında tüm çalışmalarının hedefine devleti koyarlar. Çürümeyi salt AKP ile sınırlayıp devleti aklama çalışmasına alet olmazlar. Bu durumu teşhir eder, buna karşı bilinci ve mücadeleyi yükseltmeyi hedeflerler. Peker’in söylemini de devleti-sistemi teşhir etmede kullanırlar ama asla Peker’in son misyonunu unutmadan. Yani Peker dün de devlet için çalışıyordu bugün de! Halkı düşündüğü için, sistemin sömürücü niteliğini gördüğü için bunları yapmıyor; devletin ulvi çıkarları için bunları yapıyor. Komünistler sistemin çürümüşlüğünü anlatırken bu pisliği yalnızca demokratik halk devriminin temizleyeceğinin de propagandası yaparlar. Onun için komünistler, Peker’in zımnen ya da imalı söylediklerinin arkasındaki gerçeği açığa çıkarır ve halka sorunun çözümünün sistem içinde ya da diğer klikle gelmeyeceğini; halkın kurtuluşunun ancak kendi elleriyle mümkün olacağını anlatırlar. (Devam edecek…)