Önceki sayılarımızda tüm Kürdistan coğrafyasında millî baskı politikalarının kapsamının genişlediğine ve bölgedeki gerici güçlerin kendi sınıf çıkarları uğruna her türlü yol ve yönteme, her türlü iş birliğine açık olduklarına dikkat çekmiştik. Orta Doğu’da ezen ulus egemenlerinin, ezilen ulus hareketlerine yönelik sürdürdüğü düşük yoğunluklu savaş, mevcut politik atmosferde, ezilen ulusların cüretli başkaldırılarına karşı en vahşi savaş suçlarının işlenmesine ve savaşın her zamankinden daha çetin geçmesine zemin hazırlamıştır. Zira bu zemini hazırlayan olgu emperyalist tahakkümün Orta Doğu halklarını boyunduruğu altında tutmayı amaçlayan haksız savaşlardır. Bununla birlikte Filistin ve Lübnan halkının emperyalist tahakküme ve Siyonist işgale yönelen direnme savaşı, aynı zamanda haklı savaşı, akla karayı ayırmada turnusol işlevine sahip, dünya halklarına umut vaat eden bir noktada durmaktadır. Bu bağlamda ilerici-devrimci tüm güçlerin Filistin, Lübnan, Yemen, Suriye Kürdistanı ve Irak Kürdistanı’ndaki emperyalist-faşist saldırganlığa karşı gelişen direnişleri sahiplenmesi ve dayanışması önemlidir. Dolayısıyla millî baskıya uğrayan halkların enternasyonal dayanışmasının örgütlenmesi önem arz etmektedir. Kürt ulusal meselesi de ekseriyetle bu gerçeklikten ayrı ele alınamaz. Gelinen aşamada KUH’un (Kürt Ulusal Hareketi) ideolojik-politik açmazları ve Filistin’deki gelişmelere dair tutumu çokça tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bu tartışmaları incelemek ve demokratik halk devrimimizin bir parçası olan KUH’a dostane öneriler sunmak komünist hareketin gelişimi açısından da elzemdir.
Büyük Hareketin Hezeyanlı Kibri
DEM Parti’nin bir süredir tecrite karşı yürüttüğü çalışmalar değerli ve anlamlıdır. Ne var ki millî baskı ve ekonomik kriz cenderesinde yaşamını idame ettirmeye çalışan Kürt halkının güncel sorunlarına dair gündemler arka plandadır. DEM Parti’ye göre her sorunun çözümü, hatta işçi sınıfının sorunlarının çözümü dahi A. Öcalan’ın özgürlüğünden geçmektedir. Çünkü A. Öcalan’ın fikirleri evrensel bir nitelik kazanmış ve tüm dünyada halklara umut olmuştur(!) Siyasi tutsakların özgürlüğünü istemek ilerici-devrimci tüm güçlerin görevidir. Ancak tarihsel sorunların köklü çözümünü yığınların bağımsızlık istemine rağmen, bağımsızlık karşıtı, uzlaşmacı bir önderliğe teslim etmek pek akılcı değildir. DEM Parti’nin kendisi dışındaki gerçekliği görememe hali Filistin’deki direnme savaşını da yanlış okumasına vesile olmuştur. Nitekim Filistin’deki savaşta haklı kim, suçlu kim sorusunu bile sormadan esasında özünü millî kölelik teorisinden alan, “emperyalistlerin iki devletli çözüm” modelini önermiş, daha da ileriye giderek Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin önderliğine kurtuluş için A. Öcalan’ın burjuva-liberal fikirlerini referans almaları gerektiğini, yani Siyonist İsrail ile kılıç ile boyun arasında anlaşmalar yapmayı salık vermiştir.
Bu süreçte Filistin halkıyla dayanışmaya dair politika üretmeyen DEM Parti Diyarbakır ve Batman gibi önemli merkezlerde alanları Hüda-Par’a terk etmiştir. Oysa Hüda-Par’ın Filistin meselesindeki iki yüzlü tutumu ortadadır, aynı zamanda KUH ile Filistin halkı arasındaki tarihsel dostluk da ortadadır. 7 Ekim’den bu yana KUH’un sergilemesi gereken tutum, bu tarihsel dostluğu dayanışmayla taçlandırmaktır. Leyla Halid’in 2018’de HDP kongresinde yaptığı konuşma hâlâ akıllardadır: “Sizden bir ricada bulunacağım: İsrail’e karşı boykot hareketini yükseltmenizi istiyorum. Bu Siyonist güçler nerede olurlarsa olsunlar mücadeleyi omuz omuza yükseltmemiz gerekir. Dayanışmamız sizinle. Halkların mücadelesi yaşayacak!”
Emperyalistlerin iki devletli çözüm modeline yaslanarak İsrail ile Filistin’i eşitlemeye çalışan DEM Parti devrimci güçler tarafından eleştirilmiştir. Bunun üzerine KUH sözcülerinden D. Kalkan açıklamalarda bulunmuş, “Filistin halkının desteğini çok gördük. Kürt halkı olarak, onun özgürlük güçleri olarak ekmeğini yedik, suyunu içtik. Başta Şii toplumu olmak üzere Lübnan halklarının da ekmeklerini yedik, sularını içtik.” demiştir.
Bu açıklamalar tarihsel bir gerçeği ifade etmektedir. Dolayısıyla devrimci güçlerin KUH’a yönelik eleştirileri haklı ve anlamlıdır. Bu nedenle KUH’un Filistin meselesinde Siyonist İsrail’e karşı net bir tutum alması ezilen iki ulusun dayanışmasının sağlanması bakımından gereklidir.
“Barış Hemen, Şimdi” Ama Kiminle?
Ezen ulus egemenleriyle barış görüşmeleri daha önce Filistin, Kolombiya, Meksika gibi pek çok ülkede deneyimlenmiş ve bu görüşmeler ezilen ulusların ve halkların daha fazla markaj altına alınmasıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla ezen ulus egemenlerinin dönemin muhtevasına uygun olarak yaptığı ezilen uluslarla eşit koşullarda yaşamaya dair güzellemeleri boşa çıkmıştır. T. Kürdistanı özgülünde yaşanan süreç de benzer bir şekilde sonuçlanmış ve TC, temellerini çözüm sürecinde attığı topyekûn imha politikasını uygulamaya başlamıştır. Bu süreçte KUH’u politika üretemez hale getirmek TC’nin en önemli hedefiydi. Sosyal ya da ulusal kurtuluşlara önderlik eden bir hareket için politika üretemez hale gelmenin hareketle kitleler arasında ciddi çatlaklara yol açabileceği bilinmez değildir. Bu doğrultuda egemen sınıflar yalnızca savaş alanlarında değil, demokratik alanda da saldırıların kapsamını genişletmiş, DEM Parti ile kitleler arasında çatlaklar yaratmak için kapsamlı ideolojik saldırılar örgütlemiştir. Son süreçte Diyarbakır’a atanan yeni vali ile ikinci bir Gaffar Okkan provası yapılması bunun somut örneklerinden biridir.
KUH’un siyasi konjonktürde TC’nin kapsamlı saldırılarından çıkış arayışları sürmektedir. I. Kürdistanı’ndaki işgal saldırıları, S. Kürdistanı’na dönük operasyonlar ve T. Kürdistanı’ndaki saldırılar karşısında durum bir kez daha “barış” temalı argümanlarla kotarılmaya çalışılmaktadır. DEM Parti’nin her çıkmazda İmralı’yı ve müzakere masasını işaret etmesi, TC’nin geliştirdiği taktiksel ve stratejik hamleler karşısında politika üretmede zayıf kaldığının ve bariz bir şekilde uzlaşma eğiliminde olduğunun göstergesidir. Tüm siyasi tutsaklar gibi, DEM Parti’nin “çözümün muhatabı” olarak işaret ettiği A. Öcalan da ağır tecrit koşulları altında tutulmaktadır. Her ne kadar DEM Parti tecritin kırılmasının müzakereden geçtiğini ifade etse de TC bu konuda herhangi bir adım atmamaktadır. Zira Kürt ulusal hareketinin silahlı gücünü denetime almadıkça TC’nin misyonu, siyasi tutsaklar üzerindeki tecriti kaldırmaya elverişli değildir. Dolayısıyla TC’nin tutumu ortadayken ve değişen koşullara uygun politika üretirken, DEM Parti 10 yıl öncesinden farklı bir yol izlememektedir.
Öte yandan devlet erkanının yer yer ılımlı yaklaşımlarda bulunması DEM Parti’nin müzakere ısrarını yoğunlaştırmaktadır. Son olarak Bahçeli’nin meclis açılışında DEM Partili vekillerle el sıkışması gündem olmuştu. Kuşkusuz bu selamlaşma TC’nin, Kürdistan’ın diğer parçalarında uğradığı hezimetin bir sonucu olarak Kürt meselesinde yeni arayışlara gireceğinin sinyali niteliğindedir. Bu gelişme sonrasında AKP-MHP faşist kliği tarafından “olur, ama”lı açıklamalar yapılmıştır. Bahçeli, “Uzattığım el ‘Türkiye partisi olun’ teklifidir, millî birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır.” açıklamasında bulunurken RTE durumu “Ortada net ve kararlı bir biçimde uzatılan bir el var. Temennimiz odur ki bundan sonraki süreçte de bu adımları atanların sayısı çoğalsın. Bu adımları atanların sayısı çoğaldıkça da inşallah yeni Anayasa konusunda toplumsal mutabakatın tabanını genişletebiliriz.” şeklinde değerlendirerek aslında uzatılan elin nasıl bir amaç taşıdığını açık etmiştir: yeni anayasayı meşru kılmak için milyonların rızasını almak! Keza bu gelişmeye dair egemenler cephesinde A. Öcalan üzerindeki tecritin sona ermesine veya müzakere masasının kurulmasına dair net bir yaklaşım söz konusu olmamıştır. Bununla birlikte DEM Parti 8 Ekim’de A. Öcalan’ın tahliyesini de içeren 110 ayrı kanun teklifi hazırlayarak meclise sunmuştur. Ancak bu kanun tekliflerinin reddedileceği şimdiden ortadadır. Nitekim bu gelişmeler sonrasında MHP’li Feti Yıldız’ın açıklamaları egemen sınıfların kendi çıkarları doğrultusunda bir kez daha aldatıcı hamlelere başvurduğunu destekler niteliktedir: “DEM’in terör belasından, onların vesayetinden kurtulması gerekiyor. Açıkçası özgürleşmesi lazım. Türkiye partisi oldukları anda konuşulur. Tek şart, kendilerini terör ve bölücülük melanetinden kurtarmalarıdır. Sonrası kolay diyoruz.” Bu argümanlar, devletin faşist karakterini yeniden ürettiğini göstermektedir. KUH’u “terör ve bölücük melaneti” olarak tanımlayan faşist klikler için “sonrası kolay” olan, referandumla meşrulaşacak baskı mekanizmalarını kimseye hesap vermeksizin, çekinmeden kullanma olanağına sahip olmasından başka bir şey değildir.
DEM Parti’yi politikasızlığa götüren en önemli sebeplerden birisi, yükselen şovenist dalgaya ve Kürtlerin bağımsızlık istemine rağmen Türk egemen sınıflarının gölgesi altında, ayrılma hakkına sahip olmaksızın birlikte ısrar etmesi, “barış içinde bir arada yaşama” revizyonist teorisine sarılmasıdır. TC’nin topyekûn saldırıları, Kürt işçi ve emekçi yığınların bugün dünden daha fazla bağımsızlık istediğini açığa çıkarmıştır. Bunun en somut örneklerinden birisi DEM Parti’nin “Türkiyelileşme” politikasına karşı Kürt halkının geliştirdiği tepki olmuştur. Diyebiliriz ki halk, önceki müzakere süreçlerinden dersler çıkarmayı bilmiş, dostunu-düşmanını doğru bir şekilde analiz edebilmiştir. Dolayısıyla halk şu soruyu sormakta haklıdır: “Kiminle barış?!”
Tam Hak Eşitliğinde Direnmek
Faşist Türk devletiyle uzlaşma siyasetinde ısrar, Kürt ulusu ile Türk ulusu arasındaki barışta ısrar anlamına gelmemektedir. Millî baskının olduğu her ülkede ezen ulus egemenlerinin ezilen uluslara dayattığı millî kölelik, millî meselenin en önemli sorunlarından biridir. Millî köleliği kabul etmeyen yığınlara rağmen ulusal-kültürel özerklik sloganını atmak, ulusal hak gaspına dayanan, ilhakçı dört devlete merkezi düzeyde bağlı kalarak yaşamayı önermek, Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkını elinden almaktır. Kürtlere “özgürlük” diye sunulan “çözüm”, ulusların tam hak eşitliğinin çok gerisindedir. Çözüm için reformların da reddedilmemesi gerektiği doğrudur. Ne var ki reform uğruna haklardan vazgeçmek gerçek çözümden uzak kalmayı getirecektir, hatta getirmektedir… Dünya çapında yükselen bir tasfiyeci dalga söz konusudur. Bununla birlikte sınıf mücadelesi ve ulusal kurtuluş hareketleriyle devrimci dinamik gelişmekte ve kitlelerin devrim özlemi daha görünür hale gelmektedir. “Kitleler ne istiyor?” Dostlarımızın cevap bulması gereken en temel soru budur. Liberal tandanslı çözüm önerileri yoldaş Lenin’in ulusal soruna getirdiği çözümlemelerle tarihin çöplüğüne fırlatılmış, burjuvazinin ulusal kurtuluşta tutarsızlığı defalarca deneyimlenmiştir.
Dostlar! Millî baskıyı sona erdirmek ve Kürt meselesini kökten çözmek mi istiyoruz? Ezen ulus egemenlerinin hak gaspına dayanan uzlaşmasına hayır! Millî baskıya karşı topyekûn direnişi örgütlemeye evet! Millî köleliğin bir başka biçimine hayır! Tam hak eşitliği için mücadelede ısrara evet! İşte, Kürt ulusal meselesinin köklü çözümünün ve “halkların kardeşliği”nin gerçekleşmesinin tutarlı tek yolu budur!