Emperyalistlerin ekonomik alanda sürdürdüğü mücadelenin boyutu kriz derinleştikçe ve pazar alanlarında sorun büyüdükçe artmaktadır. Bu ise onları durmaksızın savaş tertiplemeye, kışkırtmalara sürüklemektedir. Emperyalist ittifakların içinde ve her emperyalist gücün klikleri arasında yakın tehdit ve uzak tehdit tartışmaları, buna uygun konumlanma mücadelesi de keskinleşmektedir. ABD seçimleri bu eksene oturan tartışmaların tozu dumanı içindedir. Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya’da da klik mücadelelerinin bir yanını bu oluşturmaktadır. Ekonomik kriz derinleştikçe, pastada küçülmeler yaşandıkça emperyalistler arası mücadele ve emperyalist ülkelerdeki klik mücadeleleri de büyümektedir. ABD’de suikast girişimi, köprüyü geçerken gerçekleşen aday değişikliği, tüm teamüllerin ve belirlenmiş kuralların geçersiz hale geldiği bir seçim yarışı içinde dümene kimin oturacağı ve pastadan büyük payı kimin kapacağı yarışı sürmektedir. Bu seçimlerde galip gelen kliğe bağlı olarak hem emperyalistler arası çelişkiler yeniden biçimlenebilecek hem de uşaklar devletlerin alacağı biçimlere dair eğilimler yön bulacaktır. Bir nevi egemenlerin gözü kulağı, beklentileri ve alacakları konum bu seçimlere odaklıdır.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra Fransa, Macron’un dayatmasıyla üstelik olimpiyatlara hazırlık yapılırken erken seçim sürecine girdi. Yine, olimpiyatları Macron hükümet kurma görevini kendisinden beklenen biçimde keyfi davranarak seçim sonuçlarını umursamadan birinci gelen partiye vermeyip bir önceki hükümetin devam etmesini sağlayarak karşıladı. Sıkı kuralları ve disiplini şart koşan olimpiyatlara ev sahipliği yapan Fransa’nın politik hayatı kuralsızlığın ve belirsizliğin oluşturduğu bir krizin içindeydi. Şimdi birinci parti olan Yeni Halk Cephesi, kendisine verilmeyen hükümet kurma yetkisine karşı Cumhurbaşkanı’nın azlini talep eden bir mücadele süreci işletmeye hazırlanıyor. Macron ise kuralsızlığı “istikrar” için şart koşarak istediği hükümeti oluşturma peşinde. Fransa’da egemen kliklerin mücadelesi keskinleşme seyrini sürdürürken kitlelerin öfkesinin ve tepkisinin sokakları daha da hareketlendireceği öngörülmektedir.
Almanya ve İngiltere göçmen karşıtlığıyla yükselen şoven-popülist akımların iç mücadelede aktörleşmesine paralel olarak göçmenlere yönelik düşmanlığı körükleyen düzenlemeler, toplumsal muhalefeti daha fazla baskı altına almaya dönen kısıtlayıcı saldırılarla devrededir. Diğer cephede ise Rusya’da Wagner kalkışmasıyla bir iç mücadelenin keskinliği kendini gösterdi. Uzayan Ukrayna savaşıyla içerde her şeyin süt liman gitmeyeceği açık. Ancak emperyalistlerin içerde yaşadığı mücadelelerin keskinliği her birinin devlet olarak sürece daha güçlü bir şekilde hazırlanma çabalarının bir sonucudur. Aynı zamanda bu durum, ekonomik ve politik krizin hangi düzeyde seyrettiğinin bir göstergesidir elbette. Nihayetinde tüm emperyalistlerin bu kriz içinde tüm klikleriyle birlikte hem fikir oldukları bir şey vardır: Savunma bütçelerini büyütmek, silahlanmayı artırmak, savaş tertiplerine ve kışkırtıcılığına kendi çıkarları doğrultusunda enerjik bir şekilde müdahil olmaktır. Ukrayna’dan Filistin ve tüm Orta Doğu’ya, Afrika ve Kafkasya’ya kadar barutun kokusunun yayıldığı yerlerde küçülen pastadan büyük dilimi kapma mücadelesi, savaş tertipleri ve kışkırtıcılıkla sürmektedir.
Tüm bunların yanında emperyalistler halklara ekonomik krizin acı ilacını sorunsuz ve politik hengâme içinde yutturma peşindedir. Halkları enflasyonist kriz içinde günbegün yoksullaştırırken krize çare olarak emeklilik haklarından sosyal, sağlık ve eğitim haklarına kadar yeni düzenlemelerle kayba uğratma ve bunu kabul edilir hale getirme süreci işletmektedir. Halkların örgütsüzlüğü ve dağınıklığı, bir kurtuluş programı etrafında birleşip hareket oluşturamaması ise en büyük dayanakları ve rahatlık alanları olmaktadır. Bu durum onları daha fazla pervasızlaştırmakta ve kuralsızlığa sürüklemektedir. Zira her biri demokrasi oyunu olan sandık ve seçimle, kitleleri sistemlerin bekası için kliklerine yedeklemektedir. Reformist ve anayasalcı akımlar ise bu işin kolaylaştırıcı “sol” öğeleri olarak halkların bağımsız eylemini sabote ederek sisteme bağlamaktadır.
ÇÜRÜMÜŞ EMPERYALİSTLERİN KOKUŞMUŞ UŞAĞI TC
Türk egemen sınıfları ise dünyanın bu gidişatının hiç kuşkusuz bir parçası olarak yerini almaktadır. Emperyalist ekonomik sistemin krizi, onun küçülen pastası bu sistemin pazar alanlarından biri olan Türkiye’de daha derinlikli ve güçlü bir şekilde kendini göstermektedir. Yarı sömürge, yarı feodal sosyoekonomik ilişkilerin getirdiği süreğen kriz hali böylesi dönemlerde daha fazla derinleşmekte ve koşullarda küçülen pastadan büyük dilimi kapma hırsından emekçilere acı ilacı afiyetle yutturma sonucu çıkmaktadır. Mehmet Şimşek’in dümenine oturduğu, sıkı bir mali disiplinle süreci karşılama görevi aldığı ekonomiden, vergi afları, vergilendirme tartışmaları, kamuda tasarruf, Merkez Bankası rezervlerini besleme, enflasyonla mücadele gibi lakırdılar arasında, IMF heyetinden övgüler alarak, kredi derecelendirme kuruluşlarından geçer notlar kopararak, işçiye, emekçiye, emekliye paket paket saldırılar çıkmaktadır. Gün gün değil saat saat yoksullaşan, milyonlarca emekçinin resmi verilerle açlık sınırının altına çekilmesini sağlayan sonuçlar çıkmaktadır. Emekçiler için yıkımı içeren bu saldırılar da yine onlara bu durumu kabul ettirmeye dayalı, onları polarize eden tartışmalarla sürmektedir. Bir bütün olarak soyguncu ve vurguncu karakterli Türk komprador burjuvazisinin bir bölüğü olan beşli çeteye “vergi affı” tartışması, Mehmet Şimşek’in memnuniyetsizlik ve istifa kulisi ile gündeme sokulmakta ve halka cambaz oyunları izletilmektedir. “Vergi reformu” tartışmasıyla gündem yoğunlaşırken emekçilere yönelen saldırılar şu şekilde hayata geçiyor: Asgari ücretin yoksulluk sınırının altına düşmesi, kompradorların ucuz iş gücü ile tatlı kârlarla vurgunculuğa devam etmesi, ücretlerin bundan böyle ortaya çıkan enflasyonla değil hedeflenen enflasyonla belirlenecek olması, çiftçiye sübvansiyonların kaldırılması, emeklilik hakkının lime lime edilmesi, tarımda tohum alım fiyatının çıkan ürün fiyatından daha fazla olması, işten atılmaların sudan gerekçelerle gerçekleşmesinin önünün açık tutulması, dolaylı vergi kalemlerinin çeşitlendirilmesi ve sürekli oranlarının artması ile devletin elini emekçilerin cebine daha fazla sokması, esnafın raftaki ürün fiyatından daha pahalıya toptancıdan alım yapması ve iflasa sürüklenmesi, banka kredilerinin açık soyguna dönüşmesi… Tüm bunlara siyasal baskı ile eklenen gelişmeler de vurgulanmalıdır: Kürtçe müziğe dahi polis baskını, devlet eliyle Kürtlere yönelen sivil faşist linçler ve saldırılar, sanal medya paylaşımlarına tutuklama ve gözaltı saldırıları, fikir ve düşünce ifade etmenin suç kapsamını genişletme hali, 1 Mayıs operasyonlarının devam ettirilmesi, yasaların ve Anayasa’nın artık sisteme büyük bir gömlek olma hali ve Meclis’te bunun icra edilmesi, bizzat Tayyip Erdoğan kumandasında kuralsızlığın bir kurala dönüştürülmesi vs.
ACI İLACI YUTMAYALIM
Emekçiler, Kürt ulusu ve tüm ezilen kesimler için ekonomik ve siyasi olarak acı ilaç zorla yutturulurken rutin hale gelen egemenler arası mücadele konuları da eksik olmamaktadır. 30 Ağustos’ta mezun olan subayların yemin töreninde askeri vesayet ve darbe tartışması bunun tipik bir örneğidir. Cumhuriyetçilik-Osmanlıcılık, laiklik-şeriatçılık, askeri vesayet-sivil vesayet gibi kitleleri saflaştırma, kayıkçı kavgasının bir parçası haline getirme kavgası durmaksızın sürüyor. Kuşkusuz egemen kliklerin keskinleşen mücadelesinin bir parçasıdır bu durum. Ancak asıl mesele örgütsüz, dağınık olan kitlelerin yaşadığı esaslı sorunları, gündemleri yerine kendilerini güç haline getirmenin ya da güçlerini korumak için onları bir dolgu malzemesi yapmanın yolunun örgütlenmesidir. Sesi çıkmayan, gerçek sorunlarını duyuramayan, öfkesi ve tepkisi arşı aşmış halkın, bu gündemler etrafında birleşmesini, tartışanları izlemesini ve bunun etrafında dönmesini ve faşist klikler etrafında saflaşmasını hedefleyen bir mücadele yaşanmaktadır. Müdahale edilmesi gereken ise budur.
Egemen sınıfların emekçi sınıfları çökerten, boğan, hayatı yaşanmaz kılan saldırıları söz konusudur. Daha da önemlisi buna karşı lokal, parçalı, dağınık da olsa gelişen tepkilerin ortaya çıkıyor olmasıdır. Hak-İş, Türk-İş, DİSK gibi artık gerici kliklerin uzantısı haline gelmiş, işçi sınıfını mücadeleci çizgiden uzaklaştırmaya yemin etmiş ve bunu örgütlü şekilde organize eden sarı sendikaların dahi gelişen tepkilere gözünü kapatamaz hale gelmesi söz konusudur. Bu durum onları “duyarlı” kılıp, makyajlarını tazelemeye mecbur bırakmıştır. Üç sendika zorunlu olarak “haklarımız için…” temalı mitingler yapmaya karar verme noktasındadır. Bunun ötesinde depo, liman, tersane, deniz, nakliye, tekstil, gıda, maden vs. sektörlerinde direnişler yaşanmaktadır. Yaşanan hak gaspları, sendikalaşma, iş güvenliği, çalışma şartları, ekonomik kayıplar ve işten atmalara karşı işçiler direnişe geçmiş, mücadelelerini kararlı bir şekilde göstermiştir. İşçi ve emekçiler cephesinde memnuniyetsizlik, öfke ve tepki büyümekte, bir harekete dönüşme eğilimi taşımaktadır.
Benzer şekilde artan ve büyüyen maliyetlere ve girdi fiyatlarının altında kalan fiyatlara karşı köylülerin tepkisinin açığa çıktığı bir tablo da vardır. Aksaray, Konya, Bilecik, Balıkesir, Maraş, Antep, İzmir, Uşak, Rize, Konya, Eskişehir, Yozgat, Burdur’da protesto dahil çeşitli eylemler gerçekleşmiştir. Tarımda tefeci, tüccar ve banka soygununa bir de ürünlere belirlenen fiyatlar eklenmiştir. Büyük çaplı bir tasfiye, yokluğa ve yoksulluğa sürükleme hali söz konusudur.
YENİ EĞİTİM YILI VE ÇALINAN GELECEK!
Yeni eğitim yılına girerken ilkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim alanında sınav sistemiyle ortadan kaldırılan fırsat eşitliğine tepkiler daha fazla büyümektedir. Ancak daha da endişe veren şey eğitimin yarattığı maliyetin, yükün büyüklüğüdür. Okul tercihinden yerleştirmeye, servis ücretlerinden okul araç gereçlerinin maliyetine, iltimastan rüşvet çarkına, okul yönetim anlayışından müfredata, barınma sorunundan eğitimin niteliğine kadar çok yönlü kaygılarla kuşatılmış bir eğitim sistemi gerçekliği vardır. Halkın çok ciddi tepkisi, memnuniyetsizliği, birikmiş kaygısı ve yoğunlaşan bir öfkesi söz konusudur. Homurtuların çığlığa, öfkenin harekete dönüşme potansiyeli çok güçlüdür. Çürümüş ve kokuşmaya başlamış bir eğitim sistemi, geleceği belirsizlikle dolu bir süreci örgütlemektedir. Beklentisizlik oluşturan bu durum hiç kuşkusuz kırılmalara gebedir. Eğitim yılının başlamasıyla birlikte ortaya çıkacak çelişkilerin daha da büyüyeceği, maliyeti sürekli artan giderlerle baş edememe durumunun daha da ağırlaşacağı ortadadır. Çalınmış geleceğin bilincine varma hali hiç kuşkusuz tepkinin rotasını belirleyen bir durum oluşturur. Çökmüş, çökertilmiş bir eğitim, akademi alanı gerçekliği söz konusudur. Ekonomik, bilimsel, demokratik, akademik çelişkilerin yoğunlaştığı bu alanda yeni eğitim yılının aynı zamanda büyük bir mücadele potansiyelini bağrında taşıdığını unutmamak gerekir.
ÖFKEYİ HAREKETE ÇEVİR
Devletin çok yönlü ve boyutlu bir kriz içinde, bölgesel savaş eğiliminin örgütlendiği ve parçası olduğu bir süreç yaşanmaktadır. Kuralsızlığın yolsuzluk ve mafyatik ilişkilerle beslendiği, klikler arasındaki mücadele ve kliklerin kendi iç mücadelesinin de keskinleştiği bir politik iklim vardır. Egemenlerin bu çok yönlü mücadelesi, çözülme ve arayışları da içeren ilişkilerinin niteliği kitlelerin sisteme olan güvensizliğini derinleştirerek sonuçlar doğuracaktır. Bu halkın kurtuluş mücadelesi açısından fırsatlar, olanaklar ve gelişim sağlama dinamikleri olarak görülmelidir. Büyüyen çelişkiler ve çatlaklar mücadele etme istek ve azmini büyüten faktörlerdir. Egemenlerin kitleler üzerinde politik ve örgütlü devlet gücüyle egemenliği yanında özellikle ideolojik hegemonyası hâlâ güçlüdür. Bu durum kitlelerin değiştirme isteğini köstekleyen, harekete geçme zeminini felce uğratan bir duruma işaret eder. Tam da bu noktada kitlelerin dağınık ve örgütsüzlüğü, üzerine durulması gereken esas meseledir. Halkın bağımsız eyleminin hayati öneminin bilinci, aynı zamanda devrimin de bilincidir. Komünistler tüm odağını ve yoğunlaşmasını, halkın harekete geçme eğilimlerini kavrayarak, çalışmalarını bu yöne odaklayarak bağımsız eyleme dönüştürmeye çabalamalıdır. Bunun için sistem karşıtı duruş, konumlanış, söylem ve politika kitlelere taşınmalıdır. Sistem içi iyileştirme çabaları, sisteme yedekleme mücadeleleri keskin çizgilerle ve tutumla mücadele konusuna dönüştürülmelidir. Bu netlikle mücadeleye yüklenelim, kitle çalışmasına yoğunlaşalım.