Kürt Ulusal Hareketinin yerel seçimlerde aldığı pozisyon birçok tartışmayı gündeme taşıdı. Yerel seçimler özgülünde önceki süreçlerden farklı olarak bağımsız ve kendi gücüne dayanmayı esas alan politikanın benimsenmesi kimi çevrelerde eleştirilere neden olsa da büyük oranda olumlu karşılandı. Yeni politik tutumun Kürt halkı nezdinde olumlu bir havada karşılanmasının en önemli nedeni genel seçimler sonrası DEM Parti’nin geniş kitle toplantılarına yaslanarak yürüttüğü eleştiri-özeleştiri süreci oldu. Burada kitlenin temel eleştirilerinin yeni seçim sürecindeki politikaya yansıyışı bu bağlamda verili politikanın sahiplenmesini de beraberinde getirdi.
Kuşkusuz Kürt hareketinin yerel seçim taktiği salt genel seçimler sonucu gelişen eleştirilerle sınırlı değil. Geleceğe dair alacağı yeni pozisyonların bir sonucu olarak da değerlendirilmelidir. Birincisi bu politikada esas olarak yönünü İstanbul’a değil de Amed’e dönen bir tutum öne çıkarılıyor. Bu T. Kürdistanı’ndaki kitlesinin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını öne çıkaran bir konumlanış olarak görülebilir. İkincisi, AKP-MHP faşist blokunun CHP ile ortaklık üzerinden kitleleri DEM Parti karşıtı bir pozisyonda saf tutmasının engellenmesi hedefi taşıyor. T. Kürdistanı’nda özellikle faşist düzen partisi CHP ile yakınlaşmaya karşı gelişen bir tepki söz konusuydu. Bu tepki kitleleri daha “muhafazakâr ve milliyetçi” bir siyaset arayışına iterken HÜDA-PAR ile ortaklık üzerinden verili tepki AKP-MHP blokuna yarayacak bir politikaya dönüştürüldü. HÜDA-PAR’a açılan siyaset alanı da bunun en somut göstergesiydi. Bu bağlamda Kürt ulusal mücadelesinin yerel seçim politikasının ve bağımsız bir politik çizgiye meyletmesinin argümanlarının güçlü nedenlere dayandığını söyleyebiliriz.
YENİDEN “ÜÇÜNCÜ YOL”
DEM Parti’nin yerel seçimlerde yukarıda özetlediğimiz tutumu esas itibarıyla İstanbul seçimlerine dair aldığı kararda öne çıktı. Başak Demirtaş’ın adaylık süreci ile başlayan tartışmalarda CHP’yi batıda destekleme tavrının terk edildiği açığa çıkmış oldu. Kürt hareketi özgülünde bu anlayış “üçüncü yol” olarak ifade edilse de bir kez daha bu çizginin muğlak sınırlar içerdiğini söylemek mümkün. Mayıs 2023 seçimlerine dönersek o tarihlerde de Kürt hareketi Kılıçdaroğlu’na destek tavrını “üçüncü yol” olarak tanımlamış, bu politikayı etkin uyguladığını ifade etmişti. “Üçüncü Yol” hedefi ile tutumunu açıklayan Kürt hareketi; böylelikle iki faşist ittifakın dışında farklı mücadele güçleriyle demokratik temelde bir araya geleceğini beyan ederek Türkiye’nin iki seçeneğe mahkûm olmadığının vurgulandığı “üçüncü yol” seçeneğini öne çıkardı. Ancak hem pratikte hem de ana siyasal söylemlerde “Erdoğan’ın devrilmesi adına” Kılıçdaroğlu’na destek tavrı öne çıkarıldı. “Demokratik güçlerle ittifak”ın öncellenmesi de esas itibarıyla bu politikaya angaje oldu. Yeniden yerel seçimler gündemine döndüğümüzde “üçüncü yol” ile bir politikanın, seçim tavrının benimsendiği ifade ediliyor. DEM Parti genel seçimler deneyiminden dersler çıkararak egemen kliklere angaje olmadan kendi bağımsız gücüyle hareket edeceğini söylüyor. Kuşkusuz Kılıçdaroğlu’nu ve önceki yerel seçimlerde kendi adayını çıkarmadan Millet İttifakı adaylarını destekleyen Kürt hareketinin her iki taktiği de nesnel olarak farklılığa tekabül ediyor. Dolayısıyla her iki politikaya da “üçüncü yol denilebilir mi?” ya da “üçüncü yol denilen politik tutum her iki pozisyona da yol verir bir nitelikte mi?” soruları karşımıza çıkıyor.
Kürt hareketinin verili seçim tavrı önceki seçim deneyimlerinden çıkarılan derslere dayanıyorsa -ki ifadelerden böyle bir yönün bulunduğu anlaşılıyor- her iki seçim taktiğinin nesnel farkları “üçüncü yol” denilerek muğlaklaştırılmamalı. Bu durum çok temelde mevcut seçim tavrının politik gücünü ve önceki eleştiri sürecinin etkisini zayıflatır. “Üçüncü Yol” tartışmaları Kürt Ulusal Hareketi özgülünde de belirgin bir karmaşıklığı içeriyor. Yeni Özgür Politika’da Hasan Kılıç bu kavramı “Bugün Türkiye’de depolitizasyonun üretim merkezi sistem içi iki hegemonik güç arasında bir tercihte bulunmaktır. Politika kurucu olma vasfını ancak apolitizasyon ve depolitizasyon tuzaklarına düşmeden gerçekleştirebilir. Bunun imkânı da Üçüncü Yol’un örgütlenmesidir. Meylin sistem içi iki hegemonik gücün siyasal alanı tamamıyla kapladığı bir düzen olan egemen siyasete karşı siyasal alanda ezilenlerin alanını yaratan bir siyaset tercihi kurucu olabilir” ifadeleriyle iki egemen güç dışında bir konumda ve karşıtlık ilişkisi içerisinden nitelerken, “Kirlenmemiş Şeyler Uğruna” başlıklı mektupta Demirtaş, “Üçüncü Yol” siyaseti için DEM Parti’nin hem AKP ile hem CHP ile hem de diğer siyasi partilerle görüşmesini gerektiren bir siyaset olarak tanımladı. Kimilerine göre karşıtlık, kimilerine göre ise uzlaşı, diyalog vb. olarak görülen bu çizgi kuşkusuz Kürt Ulusal Hareketinin paradigmasının bir çıktısı. Mevcut paradigmanın krizleri seçim ve benzeri süreçlerde depreşirken verili tartışmalar ve eleştiriler projeksiyonu bu niteliğe değil görüngüdeki kimi uç durumlara tutuyor. Bu da güçlü bir bağımsız çizginin inşa edilmesine engel olabilecek bir yöntem sorununa işaret ediyor.
ÇÖZÜM SÜRECİ TARTIŞMALARI
DEM Parti’nin kendi adaylarıyla seçime girme kararı belli çevrelerde “yeni bir çözüm süreci” tartışmalarını da beraberinde getirdi. “Kürt oyları” üzerinden bir “çözüm pazarlığı” tartışması yine bilindik çevrelerden geldi. Kürt burjuvazisinin iş birlikçi takımı bu tartışmaların başını çekti. G. Ensarioğlu, Altan Tan gibi isimler DEM Parti’nin seçim tavrını “olumlu” bulduklarını ifade ederek “çözüm süreci” tartışmalarını eşanlı olarak başlattılar. Galip Ensarioğlu bu noktada en kullanışlı aparat. Ensarioğlu, AKP aday tanıtım toplantısında DEM Parti’yi “Hak etmedikleri bir şerefin üzerine oturmak”la eleştiriyor, halkın geçmişte “korkudan” Kürt hareketine oy verdiğini iddia ediyordu. DEM Parti’den “Her yerde aday çıkarma” açıklaması yapılınca aynı Ensarioğlu DEM Parti’nin “Doğru bir siyaset izlediği”ni söyleyecekti. Başak Demirtaş’ın İstanbul adaylığı için başvuru yapmasının ardından tutuklu Demirtaş’ın “mağduriyeti”ni hatırlatacak ve övgüyü daha da ilerleterek “iyi bir siyasetçi” olduğunu söyleyecekti.
Ensarioğlu gibi iş birlikçi Kürt burjuvalarının rolü tam da bu süreçlerde etkin bir hal alıyor. AKP-MHP faşist bloku bu isimlerin “yorumları” üzerinden “çözüm süreci”, “kayyum atanmaması”, “Demirtaş ve belli siyasilerin tahliye edilmesi” gibi beklentilerle kendi seçim çıkarları için hem Kürt ulusal hareketini hem de Kürt halkını konsolide etmeye çalışıyor. Madalyonun diğer yüzünde ise yine ezen Türk ulusunun farklı bir siyasal temsili bulunuyor. Kürt meselesinde imha, inkâr ve asimilasyoncu resmî ideolojiye secde eden bu çevre ise “Kürtlerin AKP ile anlaştığı”, “AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatacağı” söylemleri üzerinden şovenizmi ve AKP-MHP bloku etkisindeki milliyetçi kesimleri kendilerine yedeklemeye çalışan bir politika izliyorlar. Her iki anlayış da ezen ulusun çıkarları bağlamında şekillenen meşum bir politikayı içeriyor.
Kürt ulusal mücadelesinin “içeriden” ve “dışarıdan” geliştirilen bu sinsi politik hamlelere karşı uyanıklığı ve etkin mücadeleyi içeren bir pozisyon alması elzemdir. Bu pozisyon, yerel seçimler özgülünde kendi kitle gücüne ve meşru mücadelesine dayanan güçlü bir bağımsız bir çizgiyi harekete geçirerek güçlendirilebilir. Bugünkü koşullarda yerel seçimler sonrası elde edilen kazanımlar her ne kadar sınırlı ve etkisi kayyum saldırılarıyla sınırlandırılmış olsa da Kürt Ulusal Hareketinin deneyimi ve mücadelesi koşulları tersine çevirebilecek bir birikime dayanıyor. Bu birikimin güçlü bir bağımsız çizgiyle kitlelere taşınması yerel seçimlerde elde edilecek en önemli kazanım olabilir.