[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de iki termik santral için maden ocağı kurulmak istenen Akbelen Ormanı’ndaki yıkım, devlet-sermaye iş birliğiyle sürdürülüyor. Limak Holding ve IC Holding’in iştiraki olan YK Enerji’nin elektrik üretim kapasitesini artırmak için genişletmek istediği sahası, yüzlerce yıllık ağaçların kesimine neden oluyor. Linyit kömürü kullanarak elektrik üretimi gerçekleştiren YK Enerji, 2004 yılındaki özelleştirme ihalesi sonucu 2,6 milyar ile IC İçtaş ve Limak Holding’e devredildi. Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından ormanda linyit madeni işletmesine izin verilmesiyle birlikte devlet-sermaye birliği ile doğaya ve savunucularına saldırılar da başladı. Önceki senelerde defalarca kez direnişlerin sergilendiği Akbelen Ormanı, geçtiğimiz aralık ayında Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararını kaldırmasıyla, bugün yeniden saldırıların ve direnişin odak noktası haline geldi. Günlerce kesim alanına girmeye çalışan köylüler ve doğa savunucuları jandarma saldırısına maruz kaldı. Onlarca gözaltı ve jandarmanın şiddetli saldırılarına rağmen direnişçiler alanı terk etmedi. Geçtiğimiz günlerde ise Muğla Valiliği ağaç kesiminin sonlandığını açıkladı. Çevre illerden direnişe katılan onlarca kişi jandarma tarafından isimleri tutularak kayıt altına alındı. Valilik son açıklamasında “adli işlem başlatacağız” diyerek direnişçileri hedef aldı.
2017 yılında başlayan Akbelen Ormanı’na yönelik talan saldırıları bugün yine saldırılarla, direnişle ve dayanışmayla gündemimizde yer alıyor. 2020 yılında orman işletmesi tarafından kesim için işaretlenen 600 dönümlük yaşlı ve doğal kızılçam ormanı, İkizköylüler ve doğa savunucuları tarafından direnişle kesimden kurtarılmıştı. O dönem yürürlükten kaldırılan ve ertelendiği söylenen kesim işlemi her yıl tekrar yürürlüğe sokularak saldırıları beraberinde getirdi. Maden sahasının genişletilmesi için kesim işlemi yapılmak isteniyordu. Akbelen Ormanı da bu engelin başında geliyordu. İktidarın kâr ortağı enerji şirketlerine peşkeş çektiği ve talan edileceğine yönelik sermayeye söz verdiği alanlar, İkizköy, Karacahisar ve Çamköy halkının tarım ve zeytinlik arazilerini de kapsıyor.
Tarih 2021 yılını gösterdiğinde ise maden sahası için kesilmek istenen ağaçların bulunduğu alanın 500 metre yakınında yangın çıktığı haberlerini gördük. LİMAK, YK Enerji ve IC Enerji şirketlerinin işlettiği linyit kömürü madeninin sömürü çarkının meta haline getirdiği ormanlar, talan siyasetinin gözünü karartıyordu. Yangın söndürüldükten sonra şirketler kesim ekibiyle birlikte şantiyelerini kurmak üzere Akbelen Ormanı’na girdi. Talancıların alelacele kurmaya çalıştıkları şantiyeler karşısında halk örgütlenerek şantiyenin kurulduğu alanda direniş başlattı.
17 Temmuz 2021 yılında, bugünün timsali şekilde kesim ekipleri tekrar Akbelen’de kesim işlemlerine başladı. Alana gelindiğinde 20 ağacın kesildiğini gören halk, Akbelen için yaşam nöbeti tutmaya başladı. Sergilenen dayanışma ve mücadele ile kesim işlemleri dursa da egemenlerin ucuz pazardan vazgeçmeye niyetleri olmadığı apaçık ortadaydı. Akbelen direnişçileri egemenlerin talan saldırıları karşısında mücadeleden vazgeçmeyeceklerini, bugün olduğu gibi dün de göstermekte kararlıydı.
SERMAYE TALAN EDİYOR, DEVLET TÜM GÜCÜYLE KORUYOR
Geçtiğimiz hafta Limak Holding’in Akbelen’deki ağaçları talan etmesiyle birlikte kesime engel olmak isteyen köylülere ve dayanışma için bölgeye gelen çevre örgütlerine jandarmanın pervasızca saldırdığına tanıklık ettik. Ağaçların kesimini engellemek için yaşam nöbeti tutan köylülere yaş ayrımı gözetmeksizin saldıran jandarma, egemenlerin bekçiliğine kendisinden de rol katarak ormanlık alanı işgal etmeyi sürdürdü. Geçen bir hafta süresince birçok köylü, doğa savunucusu ve gazeteci işkenceyle gözaltına alınıyor, TOMA ve jopların kör hedefi haline getiriliyor. MUÇEP sözcüsü Haluk Özsoy, jandarmanın bölgesinde sivil bir araç ile kaçırıldı. Herkesin gözü önünde gerçekleşen kaçırma karşısında tepki gösterenlere ise jandarma biber gazı ile saldırarak olayı örtbas etme çabasına girdi. Özsoy, gelen tepkiler üzerine ifadesi alınarak serbest bırakıldı. Halka karşı pervasızlaşan saldırıların boyutları her geçen gün artarken, Akbelen direnişinin pasifize edilmesi için dayanışma kırılmaya çalışıldı. Dayanışma için Akbelen’e gelmek, yol boyunca hukuksuz durdurulmaları, kimlik kontrolünü ve alana yaklaştırılmamayı beraberinde getiriyor. Sermayenin devlet üzerindeki etkin rolü ve devlet-sermaye ilişkisinin güçlülüğü kendisini saldırılarla bir kez daha görünür kılarken, vekil ile yaşanan sözlü tartışma sonrası görev yerini terk ettiği gerekçesiyle iki jandarmanın açığa alınması, Akbelen’deki talanının devlet ve sermaye için önemini de ortaya koyuyor. Gözü dönmüşçesine gerçekleştirilen saldırıların akıbetinin hukuk nezdinde bir anlam ifade etmeyeceği, saldırıların rant politikalarının bir kolu olarak devletin bizzat fail konumda olduğu apaçık ortadadır. Bağımlı yapıdaki TC’nin, yerli ve yabancı sermaye ile ilişkileri bugün başlamadığı gibi yüzyılı aşkın bir süredir pekişen bir alışveriş, dostluğun edinimidir.
EGEMEN SINIFIN KATLİ FERMANI; AKBELEN, DİKMECE, CUDİ
Ülkenin dört bir yanında eşzamanlı olarak gerçekleştirilen talan, değişen yöntem ve amaçlarına karşın sınıfların karşı karşıya gelmesi noktasında ortaklaşmaktadır. Akbelen’de egemen sınıfların kârı için birlikte hareket eden devlet, deprem sonrası Hatay Dikmece ve diğer bölgelerde yeni rantlar için sermayeye göz kırptı. Cudi özelinde diğer bölgelerde de sistematik şekilde gerçekleştirilen yangınlar ise devletin savaş suçlarını kabartırken, mücadelenin engellenmesine yönelik bir saldırıyı ifade ediyor. Direniş ve dayanışma pratiklerinin örgütlenmediği, zayıf kaldığı veya şovenizm yalnızlaştırdığı bölgelerde talan işlerine çok yönlü yaramaktadır. Siyasi-ekonomik kriz kıskacında dört bir yanda yürütülen rant politikaları doğa talanının nedenini oluşturduğu gibi dayanışmanın ve mücadelenin kitleselleşemediği, sınıf perspektifiyle bakılmadığı her direniş pratiği saldırılar karşısında kaçınılmaz olarak sönüyor. Bununla birlikte ekoloji mücadelesini sınıf savaşımından ayıran kimi örgütlenmelerin maskelerinin bir kez daha halk nezdinde düştüğü süreçte -bilindiği üzere Limak Holding’in patronu Ebru Özdemir’in WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) mütevelli heyeti üyesi olduğu ortaya çıkmıştı- ekoloji mücadelesinin içini boşaltıyor ve sınıf hareketinden ayırarak var olan durumu küçük burjuva aklıyla okuyor. Bundandır ki egemenlerin kontrolü altında olmayan her ekoloji hareketi gözaltılarla saldırılarla karşı karşıya gelirken, kontrol altında tutulan dernek ve vakıflar egemen sınıfların fonu ile varlığını sürdürüyor. Emperyalist-kapitalist sistemin medya, konferans ve dernekleri yoluyla özellikle son yıllarda dilinden düşürmediği “iklim krizi”, krizin esas nedenlerinin tartışılmadığı ve krizin ortaya çıkmasında toplumu suçlayıcı ifadelerin öne çıktığı bir görünümde bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, emperyalist-kapitalist aldatmacanın sahnelediği teatralde emekçi sınıflar kabahatli çıkarılarak, krizin bireysel hassasiyetle aşılacağına dair gerçeklikten uzak önermelerde bulunuluyor. Şayet emperyalist-kapitalizmin kendi ekonomik-siyasi krizini perdelemek için kullandığı iklim krizi, bahsedildiği kadar etkin bir şekilde yaşamımızdaysa, kapitalist sömürünün yaratımıdır. Dolayısıyla krize yol açanlar ile krizden etkilenenler arasındaki fark, sınıflar arası farktır. Marks, kapitalist sömürünün insan ve doğa üzerindeki etkisini şöyle vurgular; “kapitalizmde üretilen tüm değer, emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine temellenmiştir.”
Egemen sınıfların rant politikalarıyla talan ettiği yeraltı ve yeryüzü kaynakları, sömürü çarkının döndürülmesinde ivme özelliğindedir. Çarkın durdurulmasının koşulu proletaryanın ve emekçi sınıfların mücadelesinin büyütülmesi ile ilişkilidir. Talanın yaratıcısı kapitalist barbarlığın karşısında örgütlü ve bilinçli sınıf hareketinin koşulları sağlanmadan, sınıftan kopuk hiçbir direniş zaferle sonuçlanmamıştır, sonuçlanmayacaktır.