Dünya ezilen halklarının büyük acılar çektikleri çatışma ve savaşlar dolaysız anlamda emperyalistlerin içinde bulunduğu ekonomik krizin ifadesidir. Bu savaşlarda milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, yaralanmış, on milyonların yaşam koşulları kötüleşmiş, göç etmek zorunda kalmıştır. Süreç ise devam etmektedir. Görünüşte savaşan güçler kimler olursa olsun, bu savaşlar emperyalist güçler arasında yürüyen hegemonya mücadelesinin kanlı görünümleridir. Emperyalistler bu mücadeleyi sadece çıkardıkları savaşlarla değil, uluslararası ittifaklar, ekonomik yaptırımlar, ticari ambargolar, diplomatik tutumlar ile de sürdürmektedirler. Bunlardan bir tanesi de dünya genelinde önemli tartışmalara neden olan BRICS’dir.
BRICS bilindiği gibi ilk olarak 2009 yılında Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya tarafından kurulmuş, uluslararası bir iş birliği örgütüdür. Bir yıl sonra üye olan Güney Afrika Cumhuriyeti dışarıda tutulursa, BRICS dünyanın nüfus ve coğrafi yüzölçümü bakımından en büyük ülkelerinin bir araya geldiği bir birliktir. Bu haliyle bile grup dünya nüfusunun yüzde 42’sini, dünya gayrisafi hasılasının da yüzde 27’sini oluşturan bir topluluktur. 2024 yılı başında katılan İran, Mısır, Arjantin, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile nüfus yüzde 46’ya, ekonomik büyüklük ise yüzde 29’a çıkmıştır. Son katılımlardan sonra dünya petrol üretiminin yarısına yakını (yüzde 43), dünya ihracatının da dörtte biri BRICS tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu anlamıyla dünya ölçeğinde önemli tartışmalara ve bazı emperyalist güçlerde endişe gelişmesine neden olması anlaşılabilmektedir.
Dikkat çeken bir nokta dünyanın en zengin kapitalist ülkelerinin topluluğu olan G7’ye karşı kurulmuş olan BRICS içinde yer alan ülkelerin sosyoekonomik yapılarının, ekonomik ve politik güçlerinin birbirinden farklı oluşlarıdır. Bu farklılık oluşumun asıl özünü ortaya koymaktadır. Farklı ülkeler için farklı amaçlar söz konusu olsa da bu oluşumun temel özelliği Çin ve Rusya gibi emperyalist güçlerin Batılı emperyalist güçlerle girmiş oldukları hegemonya mücadelesinde mevzi kazanma çabalarıdır ki bu da asıl kurucularının Çin ve Rusya olmasıyla zaten kendini açıkça göstermektedir.
Çin ve Rusya dışındaki ülkelerin burada yer alma istemleri farklı nedenlere dayanmaktadır. Batılı emperyalist güçlerin Orta Doğu, Afrika ve Asya’da izlediği yıkıcı politikalar bir yandan bu bölgelerin halklarında büyük bir tepkiye yol açarken, bir yandan da bu ülkelerin egemen sınıflarının da çıkarlarını sarsıp zedeleyebilmektedir. BRICS birçok ülkenin egemen sınıflarına da farklı seçenek olarak sunulmaktadır. Onlara ekonomik, politik ve askeri açılardan çıkar sağladığı gibi, BRICS’in “anti emperyalist” olduğu yalanıyla halkların öfkesini yatıştırma olanağı da sunmaktadır. Böylece Çin ve Rusya’ya yanaşma eğilimi ortaya çıkmaktadır. Suudi Arabistan gibi başından beri Batılı emperyalist güçlerin yörüngesindeki bir ülke bile BRICS’e katılmıştır. BRICS’e katılmak isteyen ülkeler arasında Bahreyn, Bangladeş, Beyaz Rusya, Cezayir, Endonezya, Fas, Honduras, Kuveyt, Küba, Meksika, Nijerya, Suriye, Tacikistan, Tayland, Tunus, Vietnam ve Yunanistan gibi pek çok ülke de bulunmaktadır. Bu tür oluşumlar Batılı emperyalist güçler tarafından çeşitli yönlerden sıkıştırılan İran, Venezuela gibi ülkeler için de önemli bir çıkış yolu olarak görülmektedir. Ayrıca döviz ve kredi genişlemesinde birbirine yardımcı olmak, SWAP anlaşmalarıyla nakit para havuzları oluşturmak üzere Yeni Kalkınma Bankası (NDB) ve CRA adlı yeni bir rezerv fonunu kurulmuştur. BRICS içinde, Batı’ya alternatif bir para aktarma sistemi (SWIFT benzeri) üzerinde de çalışılmaktadır ki verilmek istenen mesaj, Dünya Bankası (DB) ve IMF’ye mahkûm olunmadığıdır. Yapılan atılımlar özellikle de “Küresel Güney” için yeni bir çekim merkezi olma bakımından önemsiz görülmemelidir.
Bizim açımızdan TC’nin buradaki tutumu oluşumun niteliği açısından oldukça önemlidir. İlk başlarda Türkiye önemli ekonomik çıkarlar içeren bu oluşumun dışında kaldı ve kuyruğu dik tutmaya çalıştı. Başta Erdoğan olmak üzere diğer devlet sözcüleri “Buralar bizden sorulur, Doğu ile Batı arasında bizim olmadığımız bir ekonomi koridoru düşünülemez” anlamına gelen tehditler savurdular. Fakat geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuri Uşakov basına yaptığı açıklamada Türkiye’nin BRICS’e tam üyelik başvurusu yaptığını ve bu başvuruyu değerlendireceklerini, aynı zamanda Rusya Lideri Putin’in 22-24 Ekim tarihlerinde Rusya’nın Kazan kentinde yapılması planlanan 16. BRICS Zirvesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı davet ettiğini ve Erdoğan’ın bu daveti kabul ettiğini ifade etti. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de yaptığı açıklamalarda “BRICS’e üye olmak istediğimiz talebi açıktır. Süreç devam ediyor, somut gelişme olursa paylaşırız. Türkiye’nin BRICS dahil önemli platformlarda yer almak istediğini Sayın Cumhurbaşkanımız ifade etmiştir.” diyerek bu gelişmeyi doğruladı. Ömer Çelik’in aslında bu ifadeleri bir gerçeği ifade etmektedir. TC ve Tayyip Erdoğan uluslararası her ekonomik ve siyasi yapıya çeşitli gerekçelerle gerçeklik bağlamı olmayacak şekilde ilgi duymaktadır. Öyle ki Meksika-ABD ve Kanada arasında ticari serbestliği içeren NAFTA’ya dahi zamanında üye olabileceklerini ifade eden bir heves ve gerçeklik yitimine sahiptir.
Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusu konusunda açıklamanın Rusya tarafından yapılması da bu açıklamanın zamanlaması da dikkat çekicidir. NATO ile Ukrayna üzerinden çatışma halinde olan Rusya’nın, NATO üyesi Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusunu gündeme getirmesinin NATO’yu oluşturan güçler arasındaki çelişkileri derinleştirme amacı taşıdığı şüphe götürmemektedir. Ayrıca bu açıklamanın AKP iktidarının ABD, AB ve NATO eksenine daha fazla bağlanma yönünde adımlar attığı bir dönemde yapılması, Rusya’nın her şeye rağmen AKP iktidarı ile ilişkileri bu güçlere karşı kullanma politikasını sonuna kadar zorlamakta kararlı olduğunu da göstermektedir. Çünkü AKP iktidarı, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurusunu onaylayarak NATO’nun Ukrayna savaşını “genişleme stratejisi” için bir dayanak olarak kullanma politikasına sadık bir tutum aldı. Yine Doğu Akdeniz’de ABD ile ortak tatbikat yaptı ve İsrail’e destek anlamı taşıdığı açık olan bu tatbikat da Türkiye tarafından değil, ABD tarafından açıklandı. Türkiye’nin son dönemlerde Batı ekseni ile ilişkileri bakımından önem taşıyan bir diğer gelişme de 5 yıl aradan sonra AB Dışişleri Bakanları gayri resmi toplantısına davet edilmesi ve Dışişleri Bakanı Fidan’ın bu toplantıya katılması oldu. Diğer yandan Çin’in Orta Doğu, Afrika kıtasında olduğu gibi yatırımları hızla artmakta, Batılı emperyalist güçleri geride bırakmaktadır. Türkiye’nin Rusya ve Çin ile olan ekonomik ve ticari ilişkilerinin, sadece ikili ilişkiler düzeyinde kalmaması, bölgesel ittifaklarla da pekiştirilmesi, Türkiye’nin bölgede de elini güçlendirecektir. Birçok yarı sömürge ülkenin ve özelde ABD’nin hegemonyası altındaki bu ülkelerin BRICS ilgisi ve yöneliminin siyasi bir yanı da vardır. Birincisi bu birliğin siyasi birliğini inşa etmede bir dolaysız rol söz konusudur, ikincisi ise ABD ile kurulacak ilişkide pastadan daha fazla pay edinme olanakları olarak görülmektedir. Ancak Hindistan’dan Brezilya ve Güney Afrika’ya kadar birliğin parçası olan ülkelerin bu oluşumdaki siyasal ve ekonomik rolleri ABD ve Batılı emperyalistler adına daha etkili temsilcilik oluşturma eksenlidir. Eğer bu özü görmezden gelirsek dünyadaki emperyalistler arası hegemonya mücadelesinde yarı sömürgelerin rollerini gözden kaçırmış oluruz. Türkiye de bu esaslı konumlanıştan azade değildir. BRICS ekonomik bölgeler, özel serbest dolaşım, daha sağlam kalkınma kurumları veya para birimi oluşturmayı başarabilirse Türkiye AB sürecinde olduğu gibi, fırsat kaçırmak istememekte, bu da ona BRICS ile ilişkileri geliştirmeye yönelik ek bir motivasyon sağlamaktadır. Bu Türkiye’nin Doğu ile Batı’yı ve Kuzey ile “Küresel Güney”i dengeleyen güçlü bir oyuncu olma yönündeki hayaline katkıda bulunacaktır. Özetle Rusya, Türkiye’yi ABD ve AB ile ilişkileri ve NATO içinde olabildiğince problemli bir noktada tutmak için elinden geleni yapmaktadır.
Türkiye’nin BRICS üyeliği, şüphesiz Türkiye’nin BRICS üyeleriyle ilişkileri yanında, bölgedeki konumunu, Batılı emperyalistlerle ilişkilerini etkileyecek bir gelişme olacağından endişeyle izlenmektedir. Rusya’nın açıklamasından sonra Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü konuyla ilgili olarak “ABD tüm ülkelerin ilişki kuracağı ülke ve grupları kendilerinin seçebileceğine inanmaktadır. Sizi planları konusunda Türkiye hükümetine yönlendiriyoruz.” dedi.
Avrupa Komisyonu Dışişleri ve Güvenlik Politikası Sözcüsü Peter Stano, her ülke gibi Türkiye’nin de nelerin kendisi için daha iyi olduğuna karar verebileceğini, ittifaklar kurabileceğini ve iş birlikleri yapabileceğini kaydederek Ankara’nın AB’ye aday ülke statüsünün devam edeceğini aktarmıştı.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, Londra merkezli Reuters haber ajansına Türkiye ve ABD ilişkileri hakkında açıklamalarda bulundu. Rusya ile güçlü ekonomik, ticari ve enerji ilişkilerine rağmen Ukrayna’daki savaşın Türkiye’nin NATO ve Batı’ya olan bağlılığını vurguladığını belirten Flake, Türkiye’nin Rus savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişini durdurarak ve insansız hava araçları göndererek Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine verdiği destekte kusursuz davrandığını söyledi. Türkiye’nin Batı’ya sağlam bir şekilde demir attığını ifade eden Flake, “Stratejik ortaklık hiç bu kadar güçlü olmamıştı, iyi bir yerdeyiz” dedi. İsveç’in NATO’ya üyeliğinin onaylanmasının hemen ardından Türkiye’ye F-16 jetleri ve modernizasyon kitleri satılmasının, taraflar arasındaki artan güveni gösterdiğini ve doğrudan yatırımlar konusunda iş birliğinin önünün açılmasına katkı sağladığını ifade etti. Türkiye’nin Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika ve diğerler ülkelerden oluşan BRICS birliğine katılma düşüncesine ilişkin ise, Türkiye’nin BRICS’e katılmamasını umduğunu ancak böyle bir adımın Batı ile olan uyumunu değiştirmeyeceğini söyledi. Türkiye’nin atacağı bu yönlü hamlelerin stratejik temelli olmadığı, daha etkin rol edinmeye. Dair planlar ve taktik girişimler olduğu bir gerçektir. Yer yer bu olanakları kullanma, ele alışta oyun planına sadık kalmasa da nihayetinde son noktada sadık ve etkili bir uşak olarak duracağı yeri bilmektedir.
BRICS kuruluşu, önderlik eden emperyalist güçlerin temel eğilimleri, üye olan diğer ülkelerin durumları, yapılan hamleler vb. BRICS’in anti emperyalist bir oluşum olabileceği, tek kutuplu, çok kutuplu dünya, başta TC gibi ülkelerin eksen kayması yaşayıp yaşamadığı gibi konularda tartışmalara neden oldu ki bu tartışmalar “sol” içinde bile yaşanmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere BRICS de dahil olmak üzere emperyalistlerin her politikası, oluşturduğu her birlik, attığı her adım, emperyalist savaş ve hegemonya mücadelesi kapsamında yaşanmaktadır, tümüyle gerici karakterdedir. İşçi sınıfı açısından bu kapışmalarda herhangi bir tarafı anti emperyalist olarak tanımlayıp taraf olmak hiçbir surette düşünülemez, kabul edilemez.
Yine işçi sınıfının, “çok kutuplu dünya” ya da “tek kutuplu dünya” gibi bir tercihi olamaz. Zira söz konusu kutuplar emperyalist kutuplardır.
Sonuç olarak, AKP iktidarının ticaret yolları rekabeti ve bölgenin yeniden paylaşımı mücadelesinin kızıştığı bir süreçte uşaklık yaptığı emperyalistlerin paylaşım mücadelesinden alacağı payı büyütmek için var olan çelişkileri kullanmaya çalıştığı ortadır. Ancak bu çelişkileri kullanma politikası, asıl olarak emperyalistlerin Türkiye’deki iktidarın yayılmacı emellerini ve Kürt sorunu gibi çelişkilerini kendi politikaları doğrultusunda kullanmalarına ve Türkiye’yi yeni tehditlerle yüz yüze bırakmasına yol açmaktadır. Son tahlilde emperyalistler arası mücadele ve gerginlik sürecinin parçası olma anlamına gelen bu tutumların hiçbiri ezilen halkların çıkarına hizmet etmemekte, tam tersi sömürü ve talanı artırma amacı gütmektedir. İşçi sınıfı ve ezilen haklar için en doğru yol anti emperyalist çizgide kenetlenme ve emperyalizm ve iş birlikçi uşaklarına karşı verilecek mücadeledir.