“Tarihin her özel ya da özgül anında, karşımıza dikilen pratik siyasi sorunlarda kabulü mümkün olmayan uzlaşmaları, oportünizmi temsil eden uzlaşmaları, devrimci sınıfa ihanet niteliğindeki uzlaşmaları ayırt etmeyi bilmeli ve bunların iç yüzünü açığa vurmak için, bunlarla mücadele etmek için bütün olanaklar kullanılmalıdır” (Lenin)
Devrim mücadelesi uzun bir süreçtir ve kitlelerin devrime olan ihtiyacı, proletaryanın burjuvazi karşısındaki konumu zayıf veya güçlü olsun, sınıflar oldukça sürecektir. Bu süreç içerisinde izlenecek politikalar ise esasta sınıf mücadelesinin bulunduğu aşama, önünde hangi görevlerin durduğu ve bu görevlerin yerine getirilmesindeki yeterliliğe göre çeşitlilik gösterir. Bu çeşitlilik geniş bir yelpazeye sahiptir. Çelişkinin doğası gereği, belli politikalar belirli dönemler için uygun olabilir, ancak aynı politikalar bir adım ileride proletaryanın önüne bir engel olarak da çıkabilir.
Yarı feodal, yarı sömürge bir ülkede, proletaryanın önünde çözülmeyi bekleyen temel ve başlıca çelişkiler gereği ittifak kurabileceği geniş bir sınıfsal katman bulunur. Mücadelenin ileri dönemlerinde devrimci durumun değişebilir olmasından ve buna göre proletaryanın değişecek görevlerine de uygun olarak ittifakları belirleyen politikalar da değişebilir. Sonuçta tüm politikaların uygulanacağı alanlar kitlelerin var olduğu alanlardır. Sistemi, devrimin lehine geri çekilmeye zorlayacak, komünist partinin kitleler ile buluşmasına olanak tanıyacak alanlar kitlelerin yaşam alanlarıdır. Bu alanlar legal veya illegal biçimlerde olabilir, sorun bu alanların devrime hizmet edecek şekilde kullanılabilmesidir. Burada temel kriter, devrimin öncelikli sorunlarının ve görevlerinin doğru belirlenmesi, somut gerçekliğin doğru yöntem ile tahlil edilebilmesidir. Çünkü görevlerin belirlenmesi de yetmez, “eğer görevimiz ırmağı geçmek ise, bunu köprü veya sandal olmadan yapamayız. Köprü ya da sandal sorununu çözmeden ırmağı geçmekten söz etmek boştur. Yöntem sorununu çözmeden, görev hakkında konuşmak yararsızdır.” (Mao)
Komünist partinin acil ihtiyaçlarını tanımlamak, bu ihtiyaçlara uygun politikalar belirlemek ve bu politikaların tümünü devrimci mücadele ile birleştirmek her durumda görevdir. Bu politikalar dönemsel olarak çeşitli uzlaşma ve anlaşma zorunluluklarını da içinde barındırır. Bu uzlaşmalar, devrimci mücadelenin ve Komünist partinin önünde duran görevleri yerine getirmek ve ihtiyaçları karşılamak adına olduğu müddetçe zorunluluk olarak değerlendirilir. Bu uzlaşma veya ortaklaşma hali, devrimci mücadele ile birleştirilebiliyor ve bu mücadelenin önünü açıyor ise gereklidir. Komünist parti bu uzlaşmalar yolu ile mevcut stratejisini besleyebilir, devrimci mücadeleyi bir adım daha öteye taşıyabilir. Mesele bu uzlaşmanın, yığınların devrimci dönüşümünde rol oynayıp oynamayacağıdır. Bu yönlü uzlaşmaları devrimler tarihinin her sayfasında görebilmekteyiz. İki büyük devrim sürecinde, Ekim Devrimi ve Çin Devrimi esnasında gerçekleşen uzlaşmaların tümünden komünistler güçlenerek çıkmıştır. Sebebi, bu anlaşmalara girilirken hedef, temel veya başlıca çelişkilere yönelik takınılacak tutumun açık, net veya kavranmış olmasıdır. Bu anlaşmalar ustaca gerçekleştirilen “somut durum okuması”nın ürünüdür. Komünistler bu anlaşma ve uzlaşılarda ilkesel gevşeme göstermemiş, bunları stratejik yönelimlerini besleyecek şekilde ele alarak devrimci mücadele ile birleştirmişlerdir. Böylece anlaşmalar somut olarak komünist partinin, devrimci mücadelenin ve stratejik hedefe ilerlemenin basamağı haline gelmiştir. Dolayısıyla uzlaşılar ilkesel olarak reddedilmezler, ancak proletaryanın ve sınıf mücadelesinin çıkarına olup olmadıkları temel kıstastır.
Uzlaşmalar sınıf mücadelesinin görevlerine, başlıca çelişmelerde takınılan tutuma ve komünist çizginin aleyhine sonuçlar ürettiği durumda açık mücadele ön plana çıkar. Yani devrimci mücadelenin aleyhine ve ilkelere yönelik bir erozyon vuku bulduğunda, mesele, uzlaşmazlık tavrının cüretle takınılmasıdır. Her uzlaşıda mücadele de vardır. Uzlaşı, devrimi besleyen rolü kalmadığında veya komünist ilkeleri tahrif ettiğinde onunla mücadele esas hale gelir. Devrim ve komünizm hedefinden sapma ile sonuçlanacak, komünist partiyi devrim yürüyüşünde geride bıraktıracak uzlaşılara karşı tavır uzlaşmazlıktır. Devrimin çıkarına olmadığı halde uzlaşıda ısrar, komünist partinin tasfiyesi ile sonuçlanır.
Yarı feodal, yarı sömürge ülkelerde mücadele silahla başlar ve silahla devam eder. Komünist partinin tecrübe edinmesi ve inşası savaş içinde gerçekleşir. Bu olurken faşizm onu kuşatma altında tutmaya ve imha etmeye çaba harcar, ona nefes hakkı tanımaz. Aynı iktidar döneminde dahi, faşizm bir dönem için demokrasi maskesinin ardına gizlenirken belli dönemlerde en koyu hali ile halkın ve devrim mücadelesinin önüne dikilebilir. Demokratik mücadele olanakları yine bugün olduğu gibi olabildiğince sınırlanabilir, en küçük bir karşı koyuş dahi büyük bir güçle bastırılabilir. Göstermelik, etkisiz demokratik alanlar dahi toplumun geniş kesimlerine kapatılabilir. Komünist parti devrimi ve Halk Savaşını besleyen bir noktada olduğu sürece, demokratik alandaki tüm olanakları değerlendirir, bu olanakların genişletilmesi için de mücadele eder. Demokratik alanın daralmasına ve hak gasplarına karşı durur, bu durumu teşhir eder, kitleleri bu pratikler üzerinden örgütler. Palazlanan şovenizme karşı mücadeleyi geliştirir, ağır koşullar altında ezilen halk yığınlarının taleplerini devrim mücadelesi ile birleştirir. Bu bir görevdir elbette, ancak belirttiğimiz gibi sorun görevin kendisi değildir, görevin nasıl ele alındığı meselesi, yani yöntemdir. Demokratik alana yönelik saldırılara elbette daralan demokratik alanda da cevap vermek gerekir, ancak mücadelenin yöntemleri bununla sınırlanamaz. Çünkü ele alınan sorun, nihayetinde devrimin önünün nasıl açılacağı sorunudur.
Faşizmin bu saldırılarının bir ayağı, devrimcilerin görünür olmasını engellemek, yığınlar ile bağını koparmaktır. Demokratik alanın devrimcilere daraltılması ile amaçlanan budur. Bir alan daralırken bir başka alanda yeni olanaklara kapı aralanabilmektedir. Bu ikiliği görmek faşizmin saldırılarına karşı politik üretkenliği de beraberinde getirir.
Kuşatma ve imha saldırıları bugün olduğu gibi bir adım geri düşmeyi beraberinde getirebilir, sistem yarı açık kapıların ardından olanaklar sunabilir, bu olanaklardan yararlanmak için ise kendi istediği biçimde şekillenmeyi şart haline getirebilir. Bu gibi durumlarda tercih edilecek bir uzlaşı neye yarar sağlayacaktır? Böylece farklı yönden bir uzlaşma sorunu karşımıza çıkar. Bu biçimde bir uzlaşma devrimci ilkelerden feragat etmeyi, önce politik, ardından ise çizgi haline gelerek ideolojik olarak bir adım daha geri düşmeyi dayatabilir. Faşizmin yarı açık kapısı ideolojik bir tuzağı içinde barındırır. Atılan bir geri adım, daha geri adımların zeminini oluşturur. Diğer yandan, sistem geniş kitleleri kendi gündemleri arasında sıkıştırabilir, böylece kendi klik çatışmalarına yedekleyebilir, kitlelerin yönelimi ile devrimin çıkarları arasındaki makas iyice açılabilir. Bunun üzerine devrimcilerin kitle ile temas olanaklarının daralması da eklenince, yarı açık kapı cazibe merkezi haline gelebilmektedir. Ancak bu kapı, devrimci saflarda oportünizme aralanan kapıdır. Böylesi bir uzlaşı, ağır saldırılar ve kuşatma altındaki devrimci mücadele için ölümdür. Tercih edilebilir uzlaşılar ve karşı durulması gereken, uzlaşmaz tavır takınılması gereken uzlaşılar arasındaki farkı tayin edecek olan komünist çizgidir.
Tarihte başarılı devrimler, komünistlerin lehine işleyen ustaca uzlaşılardan beslenmiş olsa da bir yandan da içinde tasfiye barındıran uzlaşmalara karşı, “uzlaşmaz” mücadeleler üzerinden gerçekleşmiştir. Ne gerekçe ve hangi nesnel koşulun ardına sığınılarak olursa olsun, devrimci mücadelenin ilerlemesi anlayışına dayanmak komünist ilkelerden biridir. Buna göre tavır takınılması zorunluluktur.