Doğa Felaket Üretmez!

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]

Son günlerde, 2024 veya 2025 yıllarında bir Güneş cehennemi yaşanacağı medyada sıkça yer almaya başladı. Sıklıkla Güneş yüzeyinde oluşan fenomenlerin Dünya’ya sınırlı etkilerinin olduğu bilinirken bu fenomenlerin günlük hayata ciddi bir yansımasının olmaması sebebi ile bunlar genellikle gündeme girmemektedir. Ancak bu kez 2024 yılında yaşanması beklenen güneş kaynaklı tabiat olayı gerek şiddeti gerekse de insan yaşamının geldiği evre itibari ile günümüz dünyasına fazlaca etki etmesi beklenen, eşine az rastlanır bir olaydır. Günlük hayatta etkilerinin eskiye göre daha fazla hissedileceği de tahmin edilmektedir. Aynı zamanda bu gibi olaylar, teknolojik gelişimin neyi hedeflediğini, kime hizmet ettiğini de net şekilde göstermektedir. İnsan hayatını kolaylaştırmak adına ilerlediği söylenen gerici sınıfların tahakkümündeki teknolojinin, insan hayatını ve yaşamsal faaliyetlerini tehditlere karşı nasıl savunmasız bıraktığını da bir kez daha ispatlamaktadır.

Her tabiat olayı, insan yaşamına verdiği zararlar ile felakete dönüşmektedir. Ancak zarara ve kayba yol açan tabiat olayları değil alınmayan önlemlerdir. Gerici sistem, insanların barınma hakkını bir gasp ve rant alanına dönüştürür, insanlar güvenlikten yoksun yapılarda yaşamaya mahkûm olur, bir deprem gerçekleşir ve on binlerce insan hayatını kaybeder! Depremin olma riski veya herhangi bir bölgenin tektonik faaliyetleri tahmin edilebilirdir. Ancak buna rağmen önlem alınamamasının sebebi gerici, rantçı ve talancı sistemdir. Büyük bir şehirde yaşamak için tek şans, daha önce defalarca taşkına uğramış ve uğramaya devam edeceği bilinen dere kenarlarına inşa edilen evler olarak dayatılabilmektedir. Bu olaylar defalarca tekrarlanır ve tekrarlanır, ancak sistem kayıpların nasıl engelleneceğini değil yalnızca bu afetleri nasıl fırsata çevireceğinin hesabını yapar. Bu ise tabiat olaylarını, insanlar için bir felakete dönüştürür.

Elbette bir Güneş fırtınasının uzay istasyonundaki astronotlar dışında, insan hayatını tehdit edecek şiddette olması beklenmemektedir, ayrıca daha önce benzer şiddette gerçekleştiği de kayıtlara yansımıştır. Ancak tarih artık 1859 değildir, etkilenmesi beklenen alanlar ise telgraf hatları ile sınırlı değildir. Bu sebeple de bu fenomenler, insanlar arasında büyük bir merak ve kaygı da uyandırmaktadır. 150 milyon kilometre uzaklıktaki Güneş’in yüzeyinden gelen bir kütle atımının Dünya’ya çarparak hayatı felç etme olasılığı nedir? Bunu anlayabilmemiz için öncelikle Güneş’i daha yakından tanımamız gerekmektedir.

BİR ATEŞ TOPU DEĞİL, DEV BİR NÜKLEER REAKTÖR!

Güneş, tek başına yıldız sistemimizin kütlesinin yüzde 99’unu oluşturan, evrendeki diğer yıldızlar ile kıyaslandığında ortalama bir büyüklüğe sahip, 3. nesil bir yıldızdır. Dünya’nın kütlesinin 333 bin katı kütleye sahiptir, bu kütlenin yüzde 99’una yakınını hidrojen ve helyum oluşturur, kalan küçük bir yüzdede ise daha ağır elementler mevcuttur. Yüksek basınç ve sıcaklık altında bir araya gelen atom çekirdekleri Coulomb bariyerini aşar, kaynaşarak daha ağır elementleri oluşturur, bu esnada enerji salınımı gerçekleşir, kuvvetli bir birleşme enerjisi ortaya çıkarır. Sıcaklığı 15 milyon dereceyi bulan Güneş’in çekirdeğinde artık madde plazma haldedir, bu ortamda atomlar iyonizedir, elektronlar dahi atom çekirdeğinden ayrıksıdır. Nükleer füzyon tepkimeleri, her an gelişmeye devam eder ve bu tepkimeler devasa bir enerji salınımına sebep olur. Bu durum da Güneş’i büyük bir ısı ve ışık kaynağına dönüştürür.

Bir hidrojen izotopu olan protium doğada en çok bulunan ve çekirdeğinde tek bir protondan oluşan hidrojen izotopudur. İki protium birleşerek bir başka hidrojen izotopu olan döteryum ile bir nötrino açığa çıkarır. Bir döteryum atomu ve protium birleşince ise bir başka element olan helyum oluşur. Kararlı helyum atomu oluşuncaya kadar çekirdek kaynaşma tepkimesi devam eder. Her saniyede milyon tonlarca hidrojen, bu tepkimeyi gerçekleştirir.

Güneş’te bir gün tüm hidrojen tükenene kadar bu tepkimelerin devam edeceğini söyleyebilmekteyiz. Ancak, nükleer tepkimeler sonlandığı takdirde, oluşan ağır atom çekirdeklerinin kütle çekim etkileri devreye girecek, kütle çekimini engelleyebilecek başka bir kuvvet de mevcut olmayacaktır. Bu kütle çekim etkisinin yıldızların boyuna göre farklı sonuçları olmaktadır. Güneş’in on katından daha büyük yıldızlar için kütle çekim o kadar kuvvetlidir ki uzay-zaman dokusunu sonsuza bükerek kara delikler oluşmasına sebep olur. Güneş’in birkaç katı büyüklüğündeki yıldızların kütle çekim gücü kara delik oluşturmaya yetmez, ancak atomlar temel parçacıklara kadar bozulur, bu da çok sıkışık bir kütlenin çok büyük hızlarda dönmesine sebep olur. Nötron yıldızları buna örnektir. Güneş veya daha küçük kütleli yıldızlar ise önce parlamaya ve genişlemeye başlar, daha sonra ise soğuyarak kahverengi veya beyaz cücelere dönüşür.

Güneş yüzeyinde var olan nükleer tepkimeler, homojen bir dağılım göstermez. Yani, her zaman Güneş’in her yerinde aynı oranda tepkime gerçekleşmeyebilir. Bazen kutuplara doğru daha yoğun manyetik alanlarda lekeler görülebilir, bazen de plazma haldeki iyonize protonların ve elektronların uzaya manyetik alan boyunca püskürtülmesi söz konusu olabilir.

2024 yılında beklenilen Güneş fırtınası ise bir koronal-taçküre kütle atımı (ICME) olacaktır. Bir diğer adı ile jeomanyetik bu fırtınanın, teknolojik felakete de kapı aralayabilecek şiddetlerde gerçekleşmesi olasıdır.

KORONAL KÜTLE ATIMI VE JEOMANYETİK FIRTINA

Bazen, Güneş’in farklı bölgelerinde diğer bölgelere göre daha yoğun manyetik alan oluşur. Güneş’in manyetik alanında 11 yıllık bir döngü gerçekleşir ve buna da solar döngü denir. Bunun sebebi ise iyonize olmuş yani yüklü plazmadır. Bu yüklü ve yüksek enerjili plazma hareket ederken manyetik alanlar oluşturur. Bu alanlar Güneş yüzeyinde lekeler olarak görünebilir. Çünkü yoğun manyetik alanlar, ısının çevresine göre yayılımında azalma olmasına neden olmaktadır. Bu alanlarda sıcaklık, spektrumda daha düşük görünür, çevreye göre 1000 santigrat derece kadar daha düşük sıcaklığa sahiptir. Bu lekelerin artması, yoğun manyetik alanlar oluştuğuna da işaret eder. Bu manyetik alanlar uzaya doğru huniler oluşturur. Böylece taçküre kütle atımlarının oluşması için de uygun koşullar elde edilir. Bu lekelerin yoğunlaştığı bölgedeki plazma, milyonlarca kelvin dereceye kadar ısınır, böylece kütle çekim etkisini de yener. Kütle çekim etkisini yenen plazma, uzaya doğru bazı parçacıkları ışık hızına çok yakın bir hızda püskürtmeye başlar. Bu püskürme, etki gücü sebebi ile gezegenler arası karakterde olabilir. Çok yüksek enerjili elektron, proton ve daha ağır iyonlar Dünya’ya çarptığı takdirde bu durum jeomanyetik fırtınaya yol açar. Güneş lekelerinin maksimuma ulaştığı dönemler, maksimum aktivite aşaması olarak da adlandırılır.

Bir koridor halinde uzaya saçılan iyonize plazma ve yüksek enerjili ışınım, yani koronal kütle atımının yol açtığı jeomanyetik fırtına, Dünya’nın manyetosferi ile de etkileşime girer. Bu durum da manyetosferde dalgalanmalara yol açar. Bu dalgalanmalar ise bütün elektromanyetik alanlarda, fırtınanın büyüklüğüne göre ciddi etkilere yol açar. Ayrıca koronal kütle atımının Güneş’in hangi bölgesinden ve ne açıyla uzaya saçıldığı da önemlidir. Eğer, Dünya’yı görecek şekilde atım olmaz ise herhangi ciddi bir etki de oluşturmayacaktır.

Kaydedilen en büyük jeomanyetik fırtına 1859 yılında gerçekleşti ve kayıt altına alındı. Süper fırtına olarak veya Carrington olayı olarak da adlandırılan bu fırtına, Dünya’nın atmosferi ile etkileşime girdikten sonra atmosferde çok yüksek elektromanyetik güç biriktirdi. Carrington bir astrofizikçiydi. Döneminde Güneş lekelerinin 11 yıllık bir döngüde enlem değiştirdiğini keşfetti ve solar döngünün keşfi bu şekilde sağlandı.

Carrington, Güneş’e ve Güneş lekelerine yönelik incelemelerini sürdürürken bu lekelerde yoğun bir faaliyete ve parlamaya tanık olur. Aslında Carrington’un gözlemlediği şey, kısa süre içinde Dünya’ya ulaşacak ve jeomanyetik fırtınaya sebep olacak olan bir koronal kütle atımıdır. Carrington olayının ispatladığı şey şuydu: Teknolojinin gelişimi ve teknolojik araçlara olan bağımlılığın arttığı bir dönemde yaşanabilecek böylesi uzay kökenli olaylar, teknolojik felaketlere de yol açabilecektir.

1859 yılında yaşanan jeomanyetik fırtına sırasında, manyetosfer üzerinden kayan yüksek enerjili ışınlar sebebi ile Auroralar (kutup ışıkları) Meksika’dan dahi görülebiliyordu. Hatta daha kuzey bölgelerde auroranın etkisi o kadar yüksekti ki birçok çiftçi gündüz olduğunu düşünerek iş başına koyulmuştu, gece yapay ışığa gerek duymadan kitap okumak bile mümkündü. Pusulaların şaştığı, birçok denizcinin kaybolduğu rivayet edilmektedir.

Atmosferde oluşan yoğun elektriksel alan, telgrafların fişe takılı olmadan çalışmaya devam etmesine sebep oluyordu. Ayrıca birçok istasyonda yoğun elektromanyetizma sebebi ile elektriksel araçlar ve telgraflar yanmaya başlamıştı. İletişim bir süreliğine felce uğramıştı, koronal kütle atımının yol açtığı jeomanyetik fırtınanın etkileri, gün boyunca devam etti.

ARTIK TELGRAF KESİNTİSİNDEN DAHA BÜYÜK SORUNLARIMIZ VAR!

2024 veya 2025 yılında yeniden süper bir jeomanyetik fırtına gerçekleşmesi beklenmektedir. Carrington olayında görülen fırtınanın eş değerinde veya daha şiddetli bir fırtınanın oluşması, kuşkusuz elektromanyetizma ile yeni tanıştığımız 1859 yılına göre daha ciddi etkiler sergileyecektir. İletişim ve üretim alanlarının yanı sıra günlük hayatta kullandığımız hemen her türlü araç, elektromanyetik prensipler ile çalışmaktadır. Kullandığımız telefonlardan elektriğe veya manyetizmaya bağlı hemen her türlü alet ve istasyonun bu etkilerden ciddi bir şekilde etkilenme olasılığı vardır. Bunun dışında uydu ve uzay istasyonları için tehditler daha da ciddidir. Uydu bağlantısında gerçekleşecek kesintiler söz konusu olacak, bu da uyduların güvenliğini tehlikeye atacak, uzay istasyonundaki astronotların dahi hayatları tehlikeye girebilecektir.

Bugün itibari ile eğer bu gibi bir doğa olayı gerçekleşirse maliyetinin trilyonlarca dolara ulaşabileceği hesaplanmaktadır. Bunlar elbette ilk etap için yapılan hesaplamalardır. Bu fırtınanın yol açacağı kesintilerin, arızaların telafi edilebilmesi yıllar sürebilecektir. Bunun da başkaca krizleri tetiklemesi olasıdır.

Çünkü emperyalist kapitalist sistem krizler üreten bir sistemdir. Bu krizler de birbirine içkin ve birbirini tetikleyen faktörlerdir. Bugün dünya çapında yaşanacak ve trilyonlarca dolarlık teknolojik zarara yol açabilecek bir felaketin, başkaca alanlarda krizleri tetiklemesi ve emperyalist rekabette bir fırsata çevrilmesi de olasıdır. Bunun benzeri pandemi sürecinde de görülmüştür. Aslında manyetosfer gibi doğal bir kalkanımız mevcuttur, Güneş fırtınasının ve kozmik ışınların doğrudan bize bir zararı olmayacaktır. Ancak elektromanyetizmaya bağımlı teknolojik gelişim, bu alanda yaşanabilecek aksaklık veya zararın insanlığın hayatına ciddi etkilerinin olmasına sebep olacaktır. Bunun felakete dönüşmesine sebep olacak olan da yine gerici sistemin kendisidir, krizin yükü her halükârda halka fatura edilecektir.

Yani Güneş fırtınasının yarattığı Auroraların ihtişamını izlemek dışında hayatımıza doğrudan etkisi olmayabilecek bir tabiat olayı, sistemi krize halkı ise felakete sürükleyebilecektir. Bu felaketin sebebi ise tabiat değil, her olayı talana ve sömürü fırsatına çevirmeye çalışan gerici sistemdir.