Emperyalizmin Uşakları Ezilen Ulus ve Halkların Dostu Olamaz!

[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]

7 Ekim tarihinde, Siyonist İsrail’in tam ve kesin kuşatması altında olan ve güvenlik sistemi izin vermediği sürece üzerinde kuş dahi uçamaz denen Gazze’de “yenilmez ve aşılmaz duvar” Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin “Aksa Tufanı”yla tuzla buz olurken çeşitli türden gericilikleri gizleyen maskeler de ciddi derecede parçalandı.

Siyonist gericilik prestij kaybına uğradığı ağır darbeden sonra olabildiğince fazla kan döküp can alarak eski konumuna dönmeye çalıştı. 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı ve sadece 365 kilometrekarelik bir alana sahip Gazze tüm dünyanın gözü önünde yıkılıyor, yok ediliyor, insansızlaştırılıyor ve parçalanıyor. İsrail yaklaşık 3 hafta boyunca Gazze’yi aralıksız şekilde son teknoloji mamulü mühimmat kullanarak bombaladı. Binlerce çocuk, kadın, erkek katledildi. İsrail, gerçekleştireceği kara operasyonu için en uygun koşulları yaratmak istedi. Bunun anlamı Gazze’deki insan sayısını düşürmek, burada en az sayıda insanın kalmasını sağlamaktı. Gelinen noktada Gazze’nin kesin olarak ikiye bölündüğü ve tam bir kuşatmaya alındığı, işgalin daha büyük katliamla sürmesi için koşulların oluştuğu dünyaya ilan edildi.

ABD emperyalizmi açısından İsrail’in Akdeniz’de onlarca savaş gemisi ve Orta Doğu’da on binlerce asker bulundurmasına ihtiyaç bırakmayacak denli bir ileri garnizon işlevi vardır. ABD emperyalizmi için bu garnizonun varlığı ve güvenliği hayati önemdedir. Bu durum ABD emperyalizmine Gazze’deki Siyonist katliam için sınırsız ve koşulsuz destek sorumluluğu yüklemektedir. Nihayetinde bu katliamlar ABD’nin çıkarlarını da karşılamaktadır. Filistin tehlikesinin bir daha başını kaldıramayacak hale gelmesi onun için de hayati önemdedir. Bu yüzden 4 haftadır susuz, ekmeksiz, elektriksiz, iletişimsiz, tıbbi malzemeden yoksun Gazze’ye “insani yardım için” İsrail’in bir anlık dahi olsa ateşkes ilan etmesi söz konusu dahi olamaz. ABD Dışişleri Bakanı Blinken 5 Kasım’da Ürdün’ün başkenti Amman’da Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) dışişleri bakanları ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İcra Komitesi Genel Sekreteri ile yaptığı toplantıdan sonra bu tutumu şu şekilde ifade etti: “Şimdi yapılacak bir ateşkes, Hamas’ın gücünü yeniden toplamasına ve 7 Ekim’de yaptıklarını tekrarlamasına olanak tanıyacaktır.” Bu açıklama Gazze için timsah gözyaşı döken uşakların nezaretinde gerçekleşti. Türkiye dahil İsrail saldırılarının durmasını isteyen, kendi kamuoylarının duyarlılığını demagojilerine alet eden tüm gerici devletlerin efendileri istemedikçe “bir insani ateşkes”e dahi güçlerinin yetmeyeceği bir kez görüldü. Filistin davasını en güçlü nutuklarla destekleyen bu ülkelerin görevinin ABD emperyalizmi için Filistin meselesinde sadece “papaz” rolü üstlenmek olduğu net şekilde açığa çıkmıştır. Gazze’ye insani yardımların ulaşmasını sağlayacak güçten yoksun bu ülkelerin Filistin davasına en ufak bir katkıları olamaz. Filistin’e desteği içeren tüm söylemleri, açıklamaları yalandan ibarettir. Gerçek olan şey çıkarları ABD emperyalizmiyle birleşmiş uşaklar olmalarıdır.

ABD emperyalizmi ile esaslı çelişkisi olan, görünürde Filistin davasının en açık ve güçlü destekçisi konumunda olan İran, Yemen, Suriye gibi gerici devletlerin ve Lübnan Hizbullahı’nın konumlanışı ise 4 haftadır Gazze ve Filistin’i yalnızlığına terk etmek şeklindedir. Tüm savaş tamtamlarına, İsrail Siyonizminin gerekli yanıtı alacağına dair söylemlerine karşın bunlara eşlik edemeyen bir pratik konumlanış söz konusudur. Bu devletlerin her geçen gün daha fazla bağımlılık ilişkisi geliştirdikleri Çin ve Rus emperyalistlerinin pratik ve politik konumlanışlarının ötesine geçemedikleri açıktır. Filistin Ulusal Direnişine ve halkına 7 Ekim’den sonra İsrail Siyonizminin topyekûn saldırısı ve acımasız katliamı karşısında “Yanınızdayız” söylemi dışında bir katkı söz konusu olmamıştır. Zamansız bir gerginlik, baş edilemeyecek bir bölgesel çatışma olasılığını bir dizi gerici denge unsurunu önceleyerek göze alamayan bir tür bekle-gör tavrı söz konusudur. Filistin Ulusal Direnişinin seyrini ve direncini gözeten, ABD emperyalizminin süreci nasıl yöneteceğini hesaplayan oportünist bir konumlanış söz konusudur. Acımasızca süren Gazze katliamını diğer cepheden izleyen güçler durumundadırlar. Filistin Ulusal Kurtuluş davasının gerçek birer dostu olmaktan öte bölgede bu sorunu kendi çıkarları için bir kaldıraca dönüştürmeye çalışan bir nitelikleri söz konusudur.

Filistinliler ikiyüzlü emperyalistlerin ve tüm gerici devletlerin nezaretinde yalnızlığa terk edilerek Siyonizmin savaş makinasında adeta öğütülmektedir. Filistin halkının tek ve gerçek dostu ise anti siyonist ve anti emperyalist bir ruhla yasaklara, baskılara rağmen sokakları dolduran Dünya’nın her köşesindeki milyonlarca halk kitleleridir. Filistin’in hesapsızca yanında olan, “terör umacası” ile Filistin’in yalnızlaşmasını ve Siyonizmin katliamını meşrulaştıran gerici egemenliğe karşı her yerde duvarlara “Yaşasın Özgür Filistin” yazılamaları nakşeden, kefiyeyi bayrak yapan halkın bağımsız eylemleridir.

Türk hâkim sınıfları saldırıları durdurması için İsrail’e verdiği 24 saatlik sürenin üzerinden haftalar geçmesine, askeri müdahale dahil her seçeneğin gündemde olduğunu açıklamasına rağmen “garantör ülke” olma hesabıyla ciddiyetsizliğini perçinleyen bir tutum takınmaktan öteye gidemedi. İsrail’e Azeri petrollerinin akışına ara vermeyerek, ticari ilişkilerde aksamaya müsaade etmeyerek bir yandan da kitleleri uyutma aracına dönüşen “İsrail destekçisi şirketlerin ürünlerini boykot” çağrıları ile tatlı vurgunlarına devam etmektedirler. Oluk oluk akan Filistinli kanı üzerinden bölgede ABD’den daha güçlü rol kapmak için Tayyip Erdoğan her gün en keskin İsrail karşıtı ve Filistin dostu nutuklar atmaktadır. Bir yandan Hamas’ı vatanı için kurtuluşçu ve mücahit ilan ederken diğer yandan Hamas yetkililerini ülkeden apar topar çıkararak ikiyüzlülükte sınır tanımamaktadır. Bir yandan Siyonist İsrail’in işgalci, hırsız ve katil olduğunu söylemekte diğer yandan Rojava’da (Suriye Kürdistanı) ve Irak Kürdistanı’nda işgal, hırsızlık ve katliam yapmaktadır. Bir yandan ABD’ye “Buralarda ne işin var?” derken İncirlik’te, Kürecik’te ABD üslerinin daha güçlü korunması için polis ve jandarma güçlerini seferber etmektedir.

Türk egemenleri, boyunduruk altına aldıkları Kürt ulusuna ve onun mücadelesine karşı haksız savaşını durmaksızın sürdürürken inkâr ve zorla asimilasyon politikasından vazgeçmemekte, Kürt kurumlarına her gün baskınlar yapıp tutuklamalar gerçekleştirmekte, Meriç’te 4 devrimciyi katlederken devrimci ve ilerici güçlere yaşam hakkı tanımamakta, ilerici ve aydınları acımasız bir baskıyla susturmaya çalışmakta, hakkını arayan herkesi “vatan ve millet” düşmanı ilan etmektedir. Bunlar olurken aynı egemenlerin mazlum Filistin ulusunun çıkarlarının sesi olması ancak bir sahtekârlık olabilir.

Faşist diktatörlük kendi halkını bırakalım marketlere, ucuz semt pazarlarına dahi gidemez duruma getirmişken, yoksullaşmayı ve geleceksizliği toplumun normali yapmışken, öğrencileri yurtlarda insani yaşam ve barınma koşullarından mahrum bırakıp asansör kazalarında öldürürken, hak ve özgürlük taleplerini acımasızca gasbederken, en üst mahkeme kararına rağmen seçilmiş vekilinin serbest kalmasını engellerken, yasal tutukluluk süresi dolmasına rağmen Kürt kadın siyasetçinin tahliyesini geciktirirken, kadınların kazanılmış haklarını onlardan alıp bilinçli ve sistematik şekilde kadına yönelik şiddeti toplumsal yaşamda körüklerken yani kendi halkına düşmanlıkta hiçbir sınır tanımazken başka bir ezilen ulus ya da halkın yanında olmasına inanmak ancak ahmaklık olabilir.

Faşist diktatörlük Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden halka düşman, emperyalizme göbekten bağlı niteliğiyle Filistin davasının da ancak düşmanı olabilir.

Faşist diktatörlük ikinci yüzyılına halkımıza ve bölge halklarına daha büyük bir düşmanlıkla, emperyalizme ise daha güçlü bir ekonomik bağımlılıkla girmektedir. Faşizmin ikinci yüzyılında onun gerçek niteliğini daha güçlü kavramış, ona karşı halkın çıkarlarına dayalı düşmanlık bilincimizi daha da güçlendirmiş, kurtuluş için devrimi örgütlemekte kararlı ve halkın bağımsız eylemini yaratmada ısrarlı olmamız zorunludur.