Gerçekliği Olduğu Gibi Görmek ve Onu Devrimci Yönde Değiştirmek

Komünist bakış açısında belirgin özelliklerden biri materyalizmdir. Gerçekliğe öncelik vermek, doğru fikri gerçeklikten süzmek bir tercih sorunu değildir komünist için bir düşünme, dolayısıyla bir inceleme yöntemidir. Bu, onun bakış açısında yerleşik bir tutumdur. Bu olmadan komünist olunmaz. Buna her defasında dikkat çekmek zorunda olmamızın nedeni gerçeklikle kurduğumuz ilişkinin problemli olmasıdır. Elbette bu problemli ilişkinin nedeni toplumsaldır. İçinde yaşadığımız toplumsal sistem bize bir düşünme yöntemi öğretir. Bu idealizme dayanan bir yöntemdir. Gerçeklikten değil öne koşulmuş düşüncelerde hareket etmemiz bize küçüklükten itibaren öğretilir. Gerçeklik içinde yaşamamız öne koşulmuş düşüncelerimizin üzerimizdeki etkisini kendiliğinden bir biçimde yok etmez; sadece bizi çelişkili, belirsiz, kararsız, esasta başarısız ve en önemlisi de egemen yapı/üst yapı tarafından belirlenen kişilikler yapar. Devrimci çalışmanın asıl zorluğu da buradan gelir. Düşünce dünyasında egemen fikirleri reddetmek, devrimci fikirleri savunmak devrimci çalışmanın bir parçasıdır ama asla yeterli bir parçası değildir, hatta görece değersiz bir parçasıdır. Aslolan düşünce dünyasında nasıl bir düşünce, dolayısıyla inceleme yöntemine sahip olduğumuzdur.

Devrimci hareketin en belirgin zaaflarından birinin biçimcilik olduğunu görmemek mümkün değildir. Hemen her örgütlenmede bunun türlü biçimlerine rastlarız. Özellikle mücadele biçimleri konusunda etki gücü çok tartışılır biçimlerin yaygınlığı üzerinde düşünülmesi gereken bir sorundur. Oysa komünist hareketin bir mottosu “hiçbir mücadele biçimini reddetmemek”tir. Komünistler bu konuda da keyfi bir biçimde karar vermezler. Elbette devrimin karakteri, dayandığı sınıflar, gerçekleşeceği toplumsal koşullar ve toplumsal birikim belli mücadele biçimlerinin esas olmasını getirir. Biçimcilik dediğimiz şey burada da gerçeklikten hareket etmez, daha önce başka şartlarda ve dönemlerde hayata geçmiş biçimleri “çözüm reçetesi” gibi kavramayı ve uygulamayı içerir. Beklentiler de gene biçimcilikten ötürü gerçekliğe rağmendir. Oysa hayat sürekli akmakta, değişimleri içermektedir; yeni problemler ve yeni araçlar toplumun gidişatına etki etmektedir. Bunlarla doğru bir ilişki kurmak komünist hareketin kitlelere mal olmasının zorunlu şartlarından biridir.

Bu doğru ilişkinin temelinde inceleme yöntemi vardır. Öncelikle inceleme yapmayı önemsemeliyiz. Başarmak zorunda olduğumuz ilk şeyin bu olduğunun bilincine varmalıyız. Bu birilerinin değil, farklı derecelerde ve boyutlarda her devrimcinin işidir. Bu noktada “yapamıyorum, benim işim değil” gibi bir konformist anlayış olmaz. Devrimci olmanın şartlarından biri olarak ilişkili olduğumuz her şeyi incelemek temeldir. Hatta insan hemen her durumda zaten inceleyen bir varlıktır. Yürürken etrafa bakmak, atacağın adıma dikkat etmek, etrafındakileri kontrol etmek dahi bir inceleme gerektirir. Elbette burada konu ettiğimiz inceleme basit bir göz gezdirme, kulak verme değildir. Burada konu ettiğimiz şey içinde olduğumuz koşulların incelemesidir.

İncelemenin yöntemleri vardır. Komünistler bilimsel inceleme yöntemiyle hareket ederler. Başarısızlık halinde sorunun inceleme yönteminde olduğunu düşünürler.

Günümüzün genel sorunlarından biri olduğunu sıklıkla tekrarladığımız inceleme kusuru hareketimizin de zaaflarından biri olduğu sürece gerçek anlamda “devrimci” olamayacağımızı kavramalıyız. Kitlelerin devrim ihtiyacını görmenin yolu kitleleri bilmektir. Kitlelerin neleri bilip bilmediğinden önce onların toplumsal üretim içindeki konumlarından hareketle devrimin bir kitle gereksinimi olduğunu söylerken Marksizm gene materyalist bakış açısından yola çıkar. Kitlelerdeki yönelimin ne olduğunu belirlerken de yöntemimiz gene kitlelerin, onların üretimdeki konumlarından bağımsız şekillenmeyen yaşam şartları olmalıdır. 1 Mayıs için yaptığımız değerlendirmelerde ve tartışmalarda kitlelere yönelmenin, kitlelerle olmanın özel önemine dikkat çektik. 1 Mayıs gibi toplumsal hafızada kitleye mal olmuş bir güne özel olarak yaptığımız vurgu hiç kuşkusuz bugün de bundan sonra da geçerlidir. Örgütlenme sorunu önündeki engelleri tartışırken de konu ettiğimiz temel sorun daima yüzün kitlelere dönük olmasıdır.

Yüzümüzün kitleye dönük olması onlara yukarıdan bakmamayı, fikirlerimizin onların ihtiyacı olan, onlarda karşılığı olan fikirler olduğunu bilmeyi içerir. Bugünlerde sıklıkla karşılaştığımız kitlelerden kopukluk hastalığı bir taraftan kitlelere güven duymamakla ilişkilidir, diğer yandan fikirlerimize güvensizlikle. Örneğin işçi sınıfı içinde çalışan yoldaşlarımızdan Maoizmle işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi bilmediklerini duymak fikre güvensizliğin bir biçimidir. Maoizmin işçi sınıfının bakış açısından doğan ve işçi sınıfının devrimlerinin en ileri noktasını temsil eden bütünlüklü bir teori olduğu gerçeği ile bu güvensizlik nasıl açıklanabilir? Bu, fikre yönelik bir güvensizliktir. Bu durumdan kaçınılmaz olarak kitlelere güvensizlik doğar… Benzer bir güvensizliği komünist hareketin kadın sorununa yaklaşımında da gözlemleyebiliriz. Komünist hareketin kadınların özgürlük sorununu çözüme kavuşturacak yeterli dinamiğe ve potansiyele sahip olmadığı düşüncesinden hareketle feminizme yönelmek de fikre dair güvensizliktir. Maoizm Sempozyumunda Maoist mücadele içerisinde vücut bulan kadın önderlerin, büyük kadın savaşçıların, partiye tam bağlı genç kadınların varlığına dair sunum böyle düşünmenin ne derecede yanlış olduğunu bize öğretmiş olmalıdır.

Bu konular incelemekle, bilimsel teoriden güncel olana, ihtiyaç duyduğumuza dair bilgileri arayıp bulmakla, bunları yeniden yorumlamakla, günün kavramlarıyla, bilgisiyle bunları harmalamakla ilgilidir. Bunu gerçekleştirmeyip oluşmuş ve yeterli görüp derinleştirmediği, artırmadığı bilgisiyle hareket edenler elbette önce fikre güvensizlik yaşarlar ve ardından kaçınılmaz olarak kitlelere…

Bu konu özellikle tartışılmalıdır. Örgütlenmede, örgütlü davranmada, örgütçü kimliğimizde yaşanan ciddi daralma bu konudan bağımsız değildir. Maoizm’i tartışırken geniş çevrede değil; ama kendi dar çevremizde gördüğümüz görece ilgisizlik bundan ayrı görülebilir mi? Maoizm’e dair sunumlara, Maoist kardeşlerimizin özel anlatımlarına ilgisizlik tam da yukarıda konu ettiğimiz güvensizlikle de ilgilidir. Oysa Maoizm temel güvencemiz olmalıdır. İbrahim’de somutlaşan bu ülke şartlarındaki en ileri tutum Maoizm’den doğmuştur. Bundan sonra da Maoizm’den doğacaktır.

Toplumun içinde sürüklendiği derin yoksulluk bu güvensizlikle dolu yapımızla çelişkilidir. Önce bu güvensizliğin derecesini, sonra bunun nedenlerini tartışacağımız platformlar oluşturmak ve korkusuzca bu sorunlara yönelmek en temel sorunlarımızın çözümü bakımından yararlı olacaktır. İçinde yüzdüğümüz deniz kitlelerin dünyasıdır. Maoizm kitlelerin binlerce yıllık tarihinin ürünüdür ve kitlelere aykırı değildir. Gerçekliğe aykırı, halk düşmanı sayısız fikrin egemenliğinde olsalar da kitleler kendi hareketinden ve gerçek ihtiyaçlarından doğan Maoizm’e yatkındırlar. Korkusuzca atıldığımızda bu büyük denizde yüzmeyi başarabiliriz. Kendi inceleme becerimizi, yaratıcı tutumuzu ve hiç şüphesiz merakla birleşmiş çalışkanlığımızı geliştirdikçe Maozmle kitleleri buluşturmak konusunda azimli davranacağımız açık olmalıdır.

Gerçeklik orta yerdedir. Ona ışık tutacak Marksizm-Leninizm-Maoizm ise ellerimizde. Işık aydınlatabilir. Bunun için elimiz ışıkta gözümüz gerçeklikte olmalıdır…