Deprem ve Sonrasında…
İslahiye… ‘Gavurdağı’ da denilen, Doğu Akdeniz’de bulunan bir kent. Bu kent, 19. yüzyılda Osmanlı gericiliğinin ve devamında faşist TC’nin saldırılarına maruz kalmıştır. Eskiden Cebelibereket’e bağlı olarak Osmaniye sancağında yer alan İslahiye, birçok halk isyanının ve katliamın tanığıdır. Asi halkı “ıslah etmek” anlayışıyla hareket eden Osmanlı devleti buraya, Derviş Paşa komutasındaki ‘Fırka-i İslahiye’ ordusunun ismini verir. Tehcir yıllarında bura halkının nasıl insanlık dışı yöntemlerle vahşice katledildiği, Ermenilerin Amanoslar’a çekilmek zorunda kalışlarını, korku ve gelecek endişesiyle gizlenmek zorunda kaldıklarını yaşlı insanlar hâlâ anlatır. Yörede halk kahramanlarının; Dadaloğlu’nun, Gevheri’nin, Kozanoğlu’nun hikayeleri bugünlere kadar ulaşmıştır. Hem isyancı bir gelenekten gelmesi hem de bu geleneğin izlerinin günümüze taşınmış olması bakımından bölge, deprem süreci dışında da devletin yoğun saldırılarıyla karşılamıştır.
Daha önceden iletişim kurduğum bir köylü gençle deprem hakkında konuştuğumda ezelden gelen devlet baskısının izlerinin derinliğine bire bir tanıklık etmiştim: Patika yollardan dağ köylerine doğru yavaş yavaş ilerlerken depremde neler olduğunu ve sonrasını sormuştum kendisine. Şöyle anlatmıştı durumu: “Edem, aha bu köyler dopdoluydu. Sürüylen ev vardı. Deprem bizi perişan etti. Çoğusu yıkıldı bu evlerin, insanlarımızı kaybettik. Aha bizim bu çamurlu, parçalanmış yollardan da devlet muamelesinin burada ne olduğunu anlarsın. Depremde de sonrasında da ne soran oldu ne arayan. Bizim köylerde çoğunlukla Kürtler yaşar. Zaten devletin Kürdü gördüğü nerde görülmüş? 1 senedir aynı dert aynı tasa. İnsanlar çadırlarda, konteynerlerde mağduriyet yaşamaya devam ediyor. Üretim desen o da bitti şu koca ovada. Her sene evimizin önündeki nar ağaçlarından kendimize yetecek kadar ekşi çıkarırdık, bu sene onu da yapamadık. Dağı dağa kavuşturup göl oluşturan deprem buraları kuruttu iyicene. Üstüne bir de yabancı şirketler şu dağları patlatıp duruyorlar. Nar ağaçlarımız, zeytinliklerimiz, üzüm bağlarımız kurudu gitti.”
Köylere kabaca baktığımızda her ne kadar enkaz kaldırılmış olsa da depremde ciddi bir yıkımın yaşandığı hemen göze çarpıyor. Bir yandan da devletin faşist politikalarının depremle birlikte daha da ağırlık kazandığı bir yere dönüşmüş İslahiye. Genç nüfusun pek az olduğu İslahiye köylerindeki baskı, sık sık devriye atan jandarmalardan da anlaşılıyor. Köylüler bir Newroz günü dışarıda ateş yaktıklarını, ateşi fark eden askerlerin köye kadar gelip zorla söndürdüklerini belirtiyorlar. Tabii Kerküt, Şerikanlı, Xolto gibi Kürt köylerinde baskının boyutunun daha fazla olduğu da göze çarpıyor. Halkı her yerde ıslah etmeye çalışan devlet bu köylerin de ismini değiştirmiş.
Ovada yer alan geniş topraklar ağaların himayesinde bulunuyor. Bu topraklarda biber, domates, üzüm, pamuk, zeytin gibi envaiçeşit tarım ürünü yetiştişiyor. Toprak ağaları, daha çok yoksul ve topraksız köylünün, küçük ve orta köylülüğün alt tabakasının emeği üzerinde yükseliyor. Tarımın endüstrileşmesiyle birlikte bölgede iplik, biber ve zeytin yağı fabrikaları açılmış. Bu fabrikaların sahiplerinden bazıları eski toprak ağasıdır. Köylüler, depremden önce de ağalar tarafından yoğun bir sömürüye maruz kaldıklarını, depremden sonra ise bu durumun derinleştiğini, gittikçe topraksız köylüye veya yoksul köylüye dönüştüklerini dile getiriyorlar.
Küçük fabrikaların varlığıyla yer yer Avrupa’da 19. yüzyılın sonlarındaki manifaktür üretim dönemini anımsatan bölgede hâkim üretim tarzı feodal olmakla birlikte ağalarla patronlar arasında sıkı bir ilişkiler vardır. Hem endüstriyel tarımın sağladığı kâr (örneğin tarlaların sulanması önceden kol emeği gerektirirken şimdi toprak sahipleri damlama sistemleriyle bu işi çözüyor) hem de artan işsizlik sonucu bölgede, özellikle depremden sonra, genç nüfus bazında hızlı bir göç artışı yaşanmış. Depremin neden olduğu susuzluk, geçtiğimiz yazın kurak geçmesine ve tarım sektöründe büyük maddi zararların ortaya çıkmasına neden olmuş. Köylüler geçim sıkıntısı nedeniyle şehir dışında çalışmak zorunda kalmışlar.
İliç’te yaşanan maden katliamının üzerinden henüz birkaç gün geçmişti. İliç’e gitmek üzere yola çıkan çevre aktivistlerinin ve gazetecilerin çeşitli bahanelerle engellenmeye çalışıldığı haberlerini almıştık. O sırada zeytinlikleri ve yerli halkın “Yazı” dediği ovayı daha iyi görebilmek için bir tepeye tırmanıyoruz. O anda bir patlama sesi geliyor. Ne olduğunu sormaya kalmadan karşı tepenin koca bir toz bulutuyla kaplandığını görüyorum. Köylü genç, yabancı şirketlere bağlı maden (kömür, altın) ve kum ocaklarının (bunlardan bazıları kaçak işletmelerdir) Amanoslar’daki etkinlikliklerini artırdıklarını, dinamitlerle doğayı katlettiklerini ve patlatma işleminde kullanılan dinamitlerin çevreye verdiği zararla bazı evlerin hasar alıp yıkıldığını belirtiyor. Zaten biraz sonra karşı tepedeki toz bulutu dağılınca tepeye çıkıp inen kamyonları da görüyoruz. İslahiye’de yaşanan doğa katliamı depremin olumsuz sonuçlarını daha da derinleştiriyor. Kuraklık, toprağın veriminin düşmesi, hava kirliliği gibi durumlar artık buranın gerçekliği. Tarlalarda depremden kaynaklı verimsizlik yaşanırken yabancı sermayenin Amanoslar’daki rant ve sömürü arayışı nedeniyle köylülerin geçim kaynağı olan tarım ürünleri kurumaya yüz tutmuş durumda. Tabii depremle birlikte doğanın şirketlere peşkeş çekilmesi bölgede çeşitli hastalıklara da zemin hazırlıyor.
Konteynerde yaşayan depremzede bir amcayı ziyaret ediyorum. Depremle birlikte İslahiye’de çeşitli hastalıkların baş gösterdiğini, aradan 1 yıl geçmesine rağmen hâlâ doktor bulmakta zorlandıklarını söylüyor. Devamında şunları ifade ediyor: “Seçim zamanı oy istemek için kapımızı çalarlar, vaatler verip yalakalık yaparlar, sonra yine yalnızlığa terk ediliriz. İnsanlarımız artık bu yalanlara doydu. Genel seçimlerde İslahiye’de 10 bin kişi sandığa gitmedi. Herkesin farklı farklı sıkıntıları var. Muhalefetinden egemenine kadar kimse bu halkın çıkarlarını düşünmüyor. Meclise gidelim, belediyeyi kazanalım, halkın sorunlarını çözelim de değil… Tamamıyla rant ve çıkar ilişkileridir bunlar. Hani, devleti görmedik, belediye ile övünenler var. Bu belediye 1 yıldır nerede? Tepemizde maden için dağlarımızı patlatıyorlar, doğamızı kirletip katlediyorlar, suyumuzu kurutuyorlar… Kazdağları’na, şuraya buraya ses çıkaran muhalifler nerede?” Amca, burjuva-feodal sistemin açmazlarını kendi çelişkilerini temel alarak en yalın biçimde dile getiriyor.
Halk deprem döneminde çadır ve konteyner uzun bir süre gelmediği için kendi imkânlarıyla barakadan evler yapmış. Bu baraka evlerin ve sonradan gelen çadırların bir kısmı hâlâ barınmak için kullanılıyor. Depremzede köylülere İslahiye şehir merkezine giderken yol üstünde inşa edilen TOKİ deprem konutlarında son durumun ne olduğunu soruyorum. Bir köylü cevaplıyor: “Güya bu konutlar depremzedeler için yapılmış. İlk başta depremde evi yıkılanlara, sonra ağır hasarlı olup yıkımı gerçekleştirilen evlerin sahiplerine öncelik vereceklerini söyledilerdi. Meğer öyle değilmiş. Mesela bizim evimiz yıkıldı, hak sahipliğimiz de var ama çekilişte bize ev çıkmadı. Devlet hep kendi taraftarlarına öncelik tanıdı. Zaten evsiz kalan insanların TOKİ’ye baş vurması, sonrasında bu evlerin depremzedelere kura çekilişli ile verilmesi, 20 yıl taksitlendirerek bizi borçlandırması saçmalığın daniskası! Devletin ikiyüzlülüğü burada da ortaya çıktı. TOKİ’de yapılan yolsuzlukların, usulsüzlüklerin haddi hesabı yok.”
Henüz yerel seçim çalışmaları sürüyordu. Siyasi partilerin seçim arabaları köylere gelip gidiyordu. Faşist kliklerin adayları burada da “şehrimizi kalkındıracağız” gibi içi boş vaatlerle kirli pazarlıklara soyunuyorlardı. Depremde yıkılan evlerin yerine şu kadar konut inşa edeceğiz, şu kadar yardım yapacağız, şu kadar istihdam alanı açacağız, şu kadar… vd. Faşist klikler, depremi ve yaşanan can kayıplarını adeta bir seçim propagandası haline getiriyordu. İslahiye halkı ise her şeyin farkında olmasına karşın alternatifsizlik yaşıyordu. İslahiye’de depremin yol açtığı üretimsizlik ekonomik krizi derinleştirirken Amanoslar’ın, halkın yaşam alanlarının emperyalist kapitalizme peşkeş çekilmesi, burjuva feodal sistemin politik-tarihsel hafızasında güçlü bir yeri olan “insansızlaştırma” politikasının taktiklerinden biridir. Sistemin insanlar üzerine ağır yükler bıraktığı, üretimin özellikle geri bırakıldığı ve depremin alt üst ettiği böylesi yörelerde halkın kendi çıkarları doğrultusunda örgütlenmesi gerekliliği yakıcı bir gerçeklik.
İslahiye köylerinde devam eden doğa talanına dönelim.
Xolto (Altınüzüm)
Xolto, ağırlıklı olarak Kürt halkının yaşadığı Amanoslar’ın eteklerinde yer alan, İslahiye’ye bağlı bir dağ köyüdür. Köye girerken göze çarpan ilk şey jandarma komutanlığı oluyor. Köyün hemen yukarı kesimlerindeki kum ve maden ocakları dikkatimizi çekiyor. Dağlar toz duman içerisinde. Burada insanlar geçimlerini merada tarım işlerinden sağlamaktadır. Eskisi kadar yaygın olmasa da hayvancılık da geçim kaynakları arasında.
Köy halkıyla bölgede yaşanan sorunları konuşmak üzere köy meydanında yer alan kıraathaneye giriyoruz. İnsanlar, bölgenin siyasi, ekolojik, ekonomik vd. birçok sorunundan dem vuruyor. Xolto’da kum ve maden ocağı 2015’ten bu yana aktif olarak çalışmaktadır. Buradan çıkarılan kum, Güçlü Beton fabrikasında çimento olarak işleniyor. Yine Xolto’da bulunan CTC şirketine bağlı bir maden ocağında ise çevreyi en fazla kirleten maddelerden biri olan boksit madeni çıkarılmakta ve madeen gene burada ayrıştırılmaktadır. CTC şirketinin kurumsal hesabında İslahiye için “Toplam 80 milyon ton kayıtlı rezerv miktarıyla Türkiye’nin en büyük boksit sahası üzerinde kurulu olan işletmemizde 6 ocak ve 3 kırma eleme tesisi mevcuttur. Aylık 150-200 bin ton cevher üretimi yapılmakta olup günlük üretim kapasitesi 7-8 bin tondur.” ifadeleri yer alıyor. CTC’nin İslahiye’deki maden ocaklarından çıkarılan boksit, İskenderun’daki Atakaş limanında depolanıp yüklenmektedir. Geçen yılın bahar aylarında İskenderun limanından Ukrayna’ya 3 bin ton boksit madeni taşıyan, yabancı şirketlere bağlı bir gemi Antalya açıklarında batmış, mürettebattan bir kişi ölmüş, 8 kişiye ise ulaşılamamıştı. Bu felaket sonrasında burjuva-feodal sistemin sözcülüğünü yapan ‘uzmanlar’ dahi boksitin tüm ekosistemde kitlesel ölümlere yol açabileceğini ifade etmek zorunda kalmışlardır.
Boksit, alüminyum üretiminde hammadde olarak kullanılıyor ve bileşiminde alüminyum hidroksit ve alüminyum oksit bulunuyor. Boksit madeninin çıkarıldığı bölgelerde genel itibarıyla morfolojik yapının bozulması, yer altı sularının kirlenmesi, ocaklardan yayılan tozların bölgeyi etkisi altına alarak insan sağlığını tehlikeye atması ve tarım ürünlerinin veriminin düşmesi, ağaçların, meraların, tarlaların kuruması en önemli sorunlar arasındadır. Xolto da bu durumdan muzdariptir. Köylüler, 2022 yılında şirketlerin doğa talanına engel olmak için imza toplayıp eylem yapmışlar ve taleplerini şu şekilde sıralamışlar; “Ruhsat sahası dışında ağaç sökümü yapılmasın. Akşam 17.00’den sonra kamyon geçişi yasaklansın. Yollar 30 dakikada bir yıkansın. Hız kurallarına riayet edilsin, korna çalınmasın, yolların bakımı yapılsın. Kesilen ağaçların yerine ağaç dikilsin. ÇED raporu temin edilsin.” Ne var ki bu taleplerin hiçbiri karşılanmamış.
Şirketler ise buralarda köylülere “sus payı” teklif ederek doğa ve yaşam alanlarının talanının önünü açmaya çalışmış. Bu taktiklerinde belli bir oranda başarılı da olmuşlar. Köylünün talana kendiliğinden karşı çıkışı yetersiz kalmış, durum bir noktadan sonra kanıksanmaya başlamış. Bir köylü “Şirketler buraya ilk geldiğinde doğru düzgün birlik olsaydık, sesimizi duyan olsaydı buraları maden sahasına dönüştüremezlerdi. Şimdi hastalıklar çoğaldı, kanser hastalıkları artıyor. Elimizde geçim kaynağımız meralarımız kaldı, ona da TOKİ vasıtasıyla el koymaya çalışıyorlar. Neymiş, deprem konutları yapacaklarmış! Meralar köylünün ortak malıdır her köylünün hakkı vardır. Devletin hazine malı değildir ama böyle bir muameleye maruz kalıyoruz. Eğer meralarımızı almalarına izin verirsek tek geçim kaynağımızdan da olacağız.” diyor. Devlet Xolto’da dağlardan ovalara kadar her yeri ranta açmakta ısrarlı görünüyor. Bazı maden ocaklarının açılmasına karşı çıkmak için her ne kadar geç kalınmış olsa da bu maden sahaları gittikçe alanlarını genişletiyor ve yerleşim yerlerine yaklaşıyor. Xolto’da maden ocaklarının çevreye ve insan sağlığına verdiği zararla birlikte meraların istimlak edilmesi çabaları da güncel ve ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Kerküt (Boğaziçi)
Kerküt, Xolto ile Sıçan (Ağabey) köyleri arasında yer almaktadır. Burada bir kum ocağı bir de CTC’ye bağlı taş ocağı şantiyesi var. Ayrıca anayola yakın bir alanda ise Güçlü Beton’a ait bir çimento fabrikası yer almaktadır. Yine çıplak gözle dağların eridiğini görebiliyoruz. Şirketlerin rant ve kâr hırsı burayı da ele geçirmiş durumdadır.
Sıçan (Ağabey)
Sıçanlılar maden ocaklarının yol açtığı tahribattan bir hayli etkilenmektedirler. Sıçan halkı duyarlı bir halk olmasına karşın, doğanın ve yaşam alanlarının talanına karşı örgütlü bir bilince ulaşabilmiş değiller. Köyün az yukarısında maden ocakları bulunuyor ve sık sık dinamitlerle dağları patlatıyorlar. Bu durum, yukarıda da belirttiğim üzere köyde bazı evlerin hasar almasına ve yıkılmasına sebep olmuş. Tüm bu bölgeler yoğun bir toz dumanı içerisindedir. Tarımda verim düşmüş durumda. Köylüler, dinamitlerle dağların patlatılması sonucu su kaynaklarının kuruduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Koçcağız köyünde altın madeni açılacağı söylentileri de mevcut.
Bölgede var olan tüm sorunları toparlarsak… İslahiye’nin dağ köylerinde yaşanan bu durumlar halkın kendiliğinden çabasıyla aşılmak istenmektedir. Sonuçsuz kalan bu çabalar, halkın gittikçe sinmesine ve daha da dağılmasına neden olmuş. Halk, buradaki olaylarla kimsenin ilgilenmediğini, dışarıya seslerini duyuramadıklarını belirtmektedir. Burada son derecede ciddi bir doğa talanı söz konusudur. Kitlelerin birlik olması, talana barikat olması ancak örgütlü bir yaklaşımla ve örgütlü bir mücadele ile mümkün olacaktır.
Bir Partizan Okuru