31 Mart yerel seçimleri sonuçları egemen sınıf klikleri arasında güç mücadelesinde yeni bir dengenin oluştuğuna işaret etti. AKP-MHP bloku ekonomik ve siyasi kriz girdabı içinde yönetmeye dair sorunlarla zayıflarken CHP kliğinde merkezileşme eğilimi gösteren muhalefet ciddi düzeyde güç kazandı. Bu durum siyasi dengeleri ve ilişkileri önemli oranda etkileyen gelişmelere de kapı araladı. Yerel seçim süreci ve sonuçları, aynı zamanda ekonomik krizin en ağır şekilde faturasını ödeyen geniş emekçi yığınların eskisi gibi yönetilmeye dair memnuniyetsizliğini de ortaya serdi. Halk yığınlarının seçimlere gösterdiği ilgi, seçimlere katılımı ve katılanların ortaya koyduğu tercihler çok yönlü şekilde yönetmeye dair sorunların boyutunu egemenlere göstermiştir. Alternatifsiz şekilde, tek yanlı bir yönetme mekanizması egemenler için iyi ve kötü yanları içeren özelliklere sahiptir. Alternatifsiz ve güçlü bir kitle desteği ile politik süreci şekillendirmek egemenlerin çıkarları için tercih edecekleri bir şeydir. İdeolojik hegemonyayı sağlayarak toplumsal hareketi ve mücadeleyi bastırmayı da başaran bir durum egemenlerin tercihini oradan yana devam ettirmesini, kimi memnuniyetsizlik durumu olsa da belirler. Yaklaşık 9 yıldır Türk egemen sınıfları temsilcileri AKP ve daha sonra ona eşlik eden MHP ile süreci bu eksende yürütmektedir. Ancak gelinen noktada yönetmeye dair sorunların büyüdüğü, memnuniyetsizliğin tırmandığı, krizin büyüyerek devam ettiği koşullarda sistem içi bir alternatif ve de denge yaratma kaygısı öne çıkar. Zira kitlelerin sistemden beklentilerinin azalması ve ondan kopuşa dair güçlü potansiyelin varlığı yeni politik dengelere yataklık zeminidir. Yerel seçimlerde bu dengeleme işi sağlanmış durumdadır.
Şimdi CHP, sisteme tepkili ve onun yarattığı sorunlarla boğuşan, seçimlerle değişimin artık olmayacağına dair kanaatin oluştuğu geniş kitleler nezdinde bir odak noktası durumuna gelmiştir. Kuşkusuz bu durumun örgütlenmesi, pekiştirilmesi, sistemin verili mekanizmalarının aksamadan yapılması gerekmektedir. Bir yandan geniş kitlelerin memnuniyetsizliği, siyasal özgürlük talebi, ekonomik hak talepleri sistem sınırları içinde tutulmalı ve alternatifin varlığına inandırılmalı, diğer yandan ise egemen klikler arasındaki mücadelede güç dengelerinin değişimine dair sürecin bir politik yönelimle hayata geçmesi sağlanmalıdır.
Yerel seçimlerden hemen sonra klikler arası ilişkilerde bir sıkılaşma, yakınlaşma dikkate değer şekilde gelişirken kliklerin iç mücadelesinde de bir yoğunlaşma ve gerginliğin tırmandığı görülmektedir. Tayyip Erdoğan ve Özgür Özel arasında ilk görüşme gerçekleşmiş, Tayyip Erdoğan verili ilişkilerde bir “yumuşamaya” vurgu yaparken Özgür Özel aynı ilişkiyi bir “normalleşme” olarak tanımlamıştır.
Kuşkusuz yaklaşık 10 yıldır faşist kliklerin, sistemin bölgesel ölçekte “varoluşsal” sorunlar tanımı yaparak birbirleriyle yürüttükleri savaşımın yarattığı tahribat büyük ölçeklidir. Normal karşılanacak bir mücadeleden bahsedilemez. Bu süreç içinde darbe girişimleri, yaşamsal tehditler, muhalefet liderine linç girişimleri, siyasal rejimin biçimine dair anayasal düzenlemeler, yasal ve anayasal mevzuatın tanınmaması yanında karşılıklı olarak “terörist”, “vatan haini”, “milli güvenlik sorunu” gibi kavramlarla yürüyen bir mücadele yaşanmıştır. Bu durum egemen sınıf kliklerinin “normalleşme”, “yumuşama” söylemi altında burjuva-feodal ilişki normları-standartlarına dönüşünü kolay kılmayacaktır. Tahribat büyüktür, kitlelerin keskin söylemlerle politize edilerek saflaştırılmıştır. Fakat gelişmeler ilişkileri sıkılaştırmayı, güç mücadelesinin seyri içinde kitlelerin sistemin dışına çıkarılmadan yönetilmesini dayatmaktadır.
Güç kazanma eğiliminde olan CHP süreci yönlendirmeye dair ciddi avantajlara sahiptir. Bir yandan “normalleşme” adı altında AKP dahil tüm siyasi partilerle ilişki halindeyken diğer yandan geniş kitlelerin sorunlarını dillendirerek mücadelenin merkezi olma hamleleri yapmaktadır. Bu eksende atanmayan öğretmenler, emekliler, yoksul üreticilerin sorunları vs. üzerine mitingler organize ederken diğer yandan öne çıkan kimi siyasal özgürlük sorunlarını AKP-MHP ile yapılan görüşmelerde dile getirerek ve kimi tavizler kopararak “demokrasi” havarisi kesilmektedir. Normalleşme süreci; sürdürülmesi gereken görüşmeler yanında 28 Şubat Davasının kapatılması, Gezi Davası tutsaklarının ve Osman Kavala’nın bırakılması ve dil ucuyla da olsa Kobanê Davasında verilen kararların eleştirilmesi ve daha geniş kapsamda Anayasa ve yasalara AKP-MHP’nin sirayet etmesi şeklinde bir korelasyonu olarak tanımlanmaktadır. Normalleşme sürecinin oturduğu parametre budur. AKP-MHP bloku dile getirilen ve “şimdilik bağlandıkları” yumuşama siyasetinin kimi gereklerine dair esneme içindedir ki buna güç mücadelesinde avantaj sağlamak, kriz ortamında zaman kazanmak için de mecburdur. 28 Şubat “paşalarının” bırakılması, Cumartesi Anneleri’nin 1000. haftasında yasağın kaldırılması, yürütülen diyaloğun iadeyi ziyaretlerle devam ettirilmesi gibi “tavizler” verilmiştir. CHP, bu adımları hanesine yazarak “normalleşme” girişimlerinin meyveleri olarak sunmaktadır.
Ancak uzlaşma siyaseti çığırtkanlığıyla sunulan “normalleşme” seyri diğer yandan kliklerin iç gerginliğini tırmandıracak ve aynı zamanda ana faşist kliklerin daha keskin şekilde mücadelesine yol açacak gelişmeleri durduramamaktadır. Ayhan Bora Kaplan Davasıyla ortaya çıkan çelişkiler, kirli ilişkiler ve çürüme hali, yine Sinan Ateş cinayetinin gündemde yeniden yer kaplaması ve CHP’nin her iki meseleyi de AKP-MHP blokuna yönlendirmesi “normalleşmenin” saçaklı bir savaşım sürecine evrileceğine dair işaretler olarak görülmelidir. MHP, Ankara Emniyeti içinde yaşanan açığa alma, soruşturma sürecini bürokrasinin “vesayetine” dayalı bir darbe girişimi olarak anons etmeye kadar vardırmıştır. Bu durum kuşkusuz AKP-MHP bloku içindeki yarılma ve mücadeleye işaret etmektedir. MHP, kimi AKP destekçisi kalemşorları açık hedef yaparken Tayyip Erdoğan aynı kişileri seyahatinde yanına almıştır. Bu iç çatışma keskinleşme eğilimindedir, ancak aynı şekilde AKP-MHP bloku ile CHP kliğinin Anayasa, Milli Eğitim Müfredatı, yargı mekanizması, bürokratik hegemonya, dış politika, ekonomik sorunlar ekseninde çatışmayı keskinleştirecek çelişkiler barındırdığı göz ardı edilmemelidir. “Normalleşme” ya da “yumuşama” şeklinde tarif edilen süreç unutulmamalıdır ki kliklerin güç dengelerini değiştirme ya da koruma mücadelesine içkin bir süreçtir, güç dengelerini değiştirme süreci ise keskinleşen mücadeleleri getirir. İçinden geçtiğimiz süreç egemen kliklerin hepsi için bir yandan memnuniyetsiz ve öfkeli kitlelerin sistem dışına çıkmasını engellemek diğer yandan ise var güçleriyle birbirlerini zayıflatmak üzerine kuruludur.
Bu tabloda egemen sınıfların vazgeçmediği şey işçi-emekçilere, Kürt ulusuna yönelik saldırılar, erkek egemenliğini üretecek ve kadın kimliğini aşağılayacak çağrılar, bilimsel ve akademik özgürlüğe yönelik sürekli sınırlamalar, emperyalistlerin bölgesel oyunlarında vurucu güç olarak konumlanmaya dair gerici emelleri hayata geçirmek olmaktadır. Kobanê Davasında Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere Kürt siyasetçilere verilen onlarca yılık cezalar ve Kürt ulusal kazanımlarına yönelik düşmanlığın pekiştirilmesi, Kürdistan’ın her parçasına yönelik askeri planlar, 1 Mayıs’ta yaşanan azgın saldırı ve devamında yaşanan tutuklamalar, tasarruf tedbirleri altında emekçileri kemer sıkmaya zorlayan ekonomik programlar faşist diktatörlüğün Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden emekçi halk yığınları için hiç de “normalleşmeyeceğini” göstermektedir.
CHP ile AKP-MHP bloku arasındaki diyalog ve “normalleşmeye” yönelik halk safları içindeki güçlerde oluşan beklenti ve tepki ise sınıfsallıktan uzak, ortalama reformcu-anayasalcı çözüme odaklanan siyasi bir çizgiye işaret etmektedir. Bir yandan normalleşmeye meftun olan yaklaşım diğer yandan yaşanan normalleşme girişimine AKP-MHP blokuna verilen taviz ya da ona benzeme eleştirisi yapan yaklaşımlar. İki tutum da egemen sınıfların siyasi temsilcilerinden sınıfsal temelde bir kopuş yapamamanın sancılarıdır. Bırakalım ipleri koparmayı özelde CHP’ye bağlanan umutların gücü ve büyüklüğüne işaret etmektedir. Bu, halka düşman olan komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları sınıfından, onların ağa babaları emperyalistlerden kesin kopuş ve uzaklaşmayı beceremeyen bir orta sınıf tutumuna işaret etmektedir. Bu egemenlere yönelik duyulan ürpertiden, devrimci eğilimden korkmaktan ileri gelmektedir. Bu korku ya anayasalcı yönelimle CHP’ye veya taraflara öğütler yağdırmak, kucaklayıcı siyaset uygulama çağrılarına dönüşmekte ya da CHP’ye “daha iyi muhalefet” yapamadığı için siteme ya da öfkeye dönüşmektedir. Bu yaklaşımlar, egemen sınıflardan kopamayan, onların sisteminde demokrasi bekleyen hayalciliğin ne düzeyde güçlü olduğu bilgisine bizi ulaştırmaktadır.
Komünistler bu gelişmeleri, egemenler arasındaki çelişkileri kavrayarak, bu çelişkilerden azami düzeyde faydalanarak mücadeleyi geliştirmenin, en ileri ve faal kitlelerin yönelimine yaslanarak devrimin imkânlarını geliştirmeye odaklanmalıdır. İleri ve aktif kesimlerin sistemden kopuşunu sağlayacak siyasal hat, bu kesimlerin daha hareketli olmasına vesile olacak cesaretlendirici öğelerden faydalanmak ancak gerici egemen sınıflardan tam bir kopuşu sağlayacak siyasal bilinç ve yönelim içinde olmalıdır. Beklentilerini, siyasi hattını, mücadele araçlarını, örgütlenme çizgisini bu temelde kurmalı ve örgütlü hareketini sağlamalıdır.