1 Mayıs Tartışmaları, Gerçeklikle Hesaplaşma Öğretir

2024 1 Mayıs Platformu’nda son güne kadar süren tartışmalar 1 Mayıs’tan sonra da devam etti. Devrimci hareket içindeki ayrımları, sorunları anlamak bakımından 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ile ilgili tartışmaları değerlendirmek yararlı olacaktır.

Doğru politikanın ne olduğu hakkında bilgi vermekle başlayalım.

Kitle İçinde ve Kitleye Dönük

Pandemi sonrasında 1 Mayıslar için alanların açılmasıyla Taksim’i kitlelerin gündemine taşımayı da içeren kitlesel ve güçlü 1 Mayıs kutlamalarını amaçlayan bir tutumla hareket ettiğimiz biliniyor. Bunun için bu eylemlere özgü olarak kendimizi en uygun biçimde örgütlemek, kitlelerin içine belli bir disiplinle ve doğru şiarlarla girmek, özel olarak komünist çizginin, anlayışın her biçimde propagandasını yapmak anlayışıyla hareket etmek gerekirdi. Eksikliklerle birlikte bu anlayışın esas olarak uygulandığını söyleyebiliriz. Özel olarak geçen yılki 1 Mayıs’ta “erken” bir saldırıya maruz kalmasına rağmen Partizan’ın, dolayısıyla komünist anlayışın görünür kılındığını hatırlatalım. Bunun temel nedeni kitlelerin içinde, onlara dönük çalışmaların esas alınmasıydı.

Şu gerçeğe sıkı bir şekilde sarılmak gerektiği hakkında net olmalıyız: hemen tüm çalışmalarımızda olabildiğince kitlelerin içinde yer almak, anlayışımızın kitlelere sirayet etmesinde temel faktördür. Sloganları onların duyabileceği yerlerde haykırmak ve dolayısıyla onlara benimsetmek, pankartları, flamaları onların yanında açmak ve hatta onların taşımasına vesile olmak… Kitlelerde var olduğunu söylediğimiz devrim eğiliminin açığa çıkmasını sağlayacak olan yaklaşım da bu yaklaşımdır.

Bu yılki kutlamalarda da kitlesel ve güçlü bir 1 Mayıs’ı örgütlemek amacı güttük. Tartışmalarda ortaya çıkan sorunları bu eksende ele aldık. Parçalı, dağınık, anında bastırılan, gözaltı eylemi olmaktan öteye geçmeyen biçimler yerine kitlemizin katılabileceği, birlikte hareket eden, yüzü geniş kitlelere dönük biçimleri temel aldık. Bu kutlama biçimi, her türden eksikliğe karşın 1 Mayıs’ın temel özelliklerine, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe tamamen uygundur…

Ayrıca kitlelerde uzunca bir süredir özel olarak iktidar kliğine; ama aynı zamanda tüm sisteme karşı gelişen öfkeyi de dikkate aldığımızda örgütlenmesi pek mümkün olmasa da ve özellikle düzenin muhalefetiyle iş birliği halindeki sendikaların manipülasyonuna açık da olsa “Taksim” hedefinin, yaygın bir kabul göreceğini öngörüyorduk. Dolayısıyla yapılacak eylemin kitlesel bir birlik şeklinde gerçekleşmesi, kitleyle iç içe olması bu bakımdan da doğruydu…

Orada Olmasak da Taksim 1 Mayıs Meydanıdır

Bilindiği üzere Taksim Meydanı kısa bir süreliğine 1 Mayıs kutlamalarına açıldığında geniş kitleler her geçen yılda 1 Mayıs bayrağına daha güçlü bir biçimde sarılmaya başlamıştı. Devrimci-demokrat hareketin 1 Mayıs’ta Taksim’i kitlesel olarak talep etmek ve Taksim’i zorlamak üzere oluşturduğu 1 Mayıs Platformunda son güne kadar süren tartışmalar 1 Mayıs’tan sonra, “her şeye” rağmen devam ediyor. “Her şeye rağmen” diyoruz, çünkü Saraçhane’de devrimci iradenin sergilediği direniş etkili biçimde gösterilen Taksim ısrarı diğer “ısrar” biçimlerinin önüne geçmesine rağmen bu birçok küçük burjuva oportünist hareket tarafından ya küçümsendi ya da görmezlikten gelindi. Üslubu ve değerlendirmelerindeki tek biçimcilik bakımından Mücadele Birliği özellikle dikkat çekmeyi başarıyor!

Öncelikle bir özet yapmakta yarar var. 1 Mayıs Platformu, amacı Taksim Meydanı’nda ısrar etmek olan bir platformdur. Bunu en güçlü biçimde göstermek için bu konuda samimi ve cüretli olanların birliğini esas alan devrimcilerden meydana gelen bir platform. Bu hiç kuşkusuz “tartışmasız” ve “tam mutabık” bir platform olduğu anlamına gelmiyor. Bu nedenle “tartışarak” ortak noktalar yakalamak platformun ilkelerinden biriydi. Başından beri ve hatta öteden beri belirgin farklardan biri devrimci 1 Mayıs’ı kitlelere mal etme anlayışındadır. Bu bakımdan bizim açımızdan kitlelerin nerede olduğu veya nereye eğilim göstereceği belirleyici öğelerden biriydi. Ne var ki bazı hareketler için bunun bir önemi sözde varsa da pratikte yoktu. Nitekim bu sorun son kertede “ortaklaşmayı” olanaksızlaştırmıştır.

İstanbul’daki kutlamalar için Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs meydanı olduğu konusu tartışmasızdır. Bu, tüm yasaklamalara ve alınan kapsamlı önlemlere rağmen özellikle 1977’den bu yana böyledir. Bu meydan 1 Mayıs Meydanı adını fiili olarak kazanmış bir meydandır. Bu sadece devrimci hareketin bakış açısında değil geniş işçi kesiminde de böyledir. Tam da böyle olduğu için koşulları oluştuğunda 1 Mayıs’ın Taksim’de kitlesel kutlanması doğal bir gelişme olarak kabul edilir.

Bu süreçte yaşananlar en temelde bu özelliğe sahiptir. Hızlı ve derin bir yoksullaşma atağı yaşamakta olan kitlelerde iktidardaki kliğe karşı ciddi bir öfke birikmiş durumda. Bunu sadece iktidar partisi ile sınırlamamak gerekir. Alternatifsizlik sorunu yaşadığını bildiğimiz kitleler için “muhalefet partileri” de iktidar partisinden pek farklı değil. Bunun 1 Mayıs’a ne derecede yansıyacağı merak konusuydu.

2024 1 Mayıs Platformu Taksim’e yönelmek üzere ilkin Şişli’de karar kıldığında tartışmanın merkezinde “toplanma olanakları” vardı. KESK de ilk anda Şişli’de olacağını açıkladı. Bu anlamda Platformla hareket etme yönünde bir tutuma sahipti. Böylece görece geniş, kitlesel ve birlikte hareket etmeyi benimsemiş örgütlerin güçlü bir iradesi şekillenmişti. Bu birliktelik bir süre sonra, anlaşıldığı kadarıyla KESK bünyesindeki ve etrafındaki çeşitli reformist ve sağcı anlayışların etkisiyle KESK Şişli’de değil, Beşiktaş’ta olacağını açıkladığında bir sorunla karşılaşmış oldu. Bu sorun Platformda tartışıldı. Farklı görüşler de olmasına rağmen Platform ortak hareket etme tutumunda ısrarlı davrandı; diğer “mücadeleci sendikaların” da Beşiktaş’ta karar kılmasını tartışan Platform daha geniş katılımlı olacağını öngörerek bu toplanma noktasını benimsedi. Her ne kadar Şişli Taksim ısrarı bakımından daha güçlü bir tercih olsa da en güçlü birliği sağlamak için Beşiktaş platform tarafından reddedilmedi. Bu kararla birlikte Platform birlikte davranmakta ısrar ettiğini de göstermiş oldu. Son güne kadar devam ettirilen bu birliktelik son gün ne yazık ki değişti. Bu sonuçla ilgili olarak KESK’in tutumunu, onu etkileyen “içerdeki reformist ve sağcı” zorlamayı öne çıkarıp teşhir etmek bir zorunluluktur. Söz konusu reformist, sağcı anlayışın “Taksim’de ısrar” konusunda özellikle baskıcı davrandığını teşhir etmeliyiz. Bu anlayışa göre 1 Mayıs “her yerde, tam katılımla, üretim de durdurularak” kutlanmadıkça özünden koparılmış olacaktır. Her şeyi hedefleyen; ama devrimci hiçbir adım atmamayı salık veren bu anlayışın Saraçhane değerlendirmesi de aynı yavanlıkta ve ikiyüzlülükte olmuştur.

KESK ve onunla beraber hareket eden sendikaların nihayet Saraçhane kararı almasıyla birlikte başlayan tartışmalarda Platform birlikte davranma konusundaki tutumunu esas olarak sürdürdü. Bunun özel önemde bir yaklaşım içerdiğini vurgulamalıyız. Son gün kitlesel ve birlikte güçlü 1 Mayıs hedefinde uzlaşılamamış olsa da Platformun hemen tüm üyeleri ortak tutum içinde hareket etmeyi başarmıştır. Bu sadece tartışmalarda ortaya çıkan bir durum değildir. Aynı tutum 1 Mayıs için kitleye dönük çalışmalarda da belirgin biçimde görüldü. Bazı üyeleri daha güçlü biçimde; ama diğerleri de olabildiğince bu çalışmaların özneleri oldular. Açıkçası kendimizi eksik hissettiren bu çalışma biçimi övülmeye değerdir.

Bu sürecin sonu söz konusu örgütlerin kendi farklı planlarına dönmeleri olmamalıydı. Kitleye dönük yüzün gerektiğinde Saraçhane’de de birlikte olması başarılabilmeliydi. Platform üyeleri “kendi farklı planları”na yönelerek “1 Mayıs’ta kitlesel ve güçlü birlik” anlayışından sapmış oldular. Bu nedenle diyebiliriz ki Saraçhane’de somutlaşan Taksim iradesi eksik kaldı.

Elbette bir mücadele biçimi olarak bu seçeneği yadsımıyoruz. Ne var ki Platformun varlığıyla bunun uyumsuz olduğu açıktır. Özellikle “genel ve soyut birlik” anlayışı üzerinden varlık inşa edenlerin konu somut birlik olduğunda bütünü parçaya kurban etmekte tereddüt etmemesi bilindik küçük burjuva oportünizminin bir örneğidir. Kuşkusuz bu var olma biçiminin çeşitli türleri vardır. Alınan son kapsamlı önlemlerle Saraçhane’nin “birlikte ve kitlesel 1 Mayıs” için tek seçenek olduğu netleştiğinde “kazanılmış ve terk edilmek istenmeyen 1 Mayıs meydanı Taksim’dir” görüşünü bu alanda savunmak, hayata geçirmek üzere Saraçhane’ye yönelenlere dönük yaklaşım farklılıkları bu çeşitli türden oportünizmin yansımalarıdır. Saraçhane’de toplananları bir kefeye koyanların açmazı ortaya çıkan sonuçla hesaplaşmak istememeleridir.  Saraçhane’deki Taksim yönelimini görmezlikten gelen de küçümseyerek “rezalet” yaftası yapıştıran da gıdasını kendi dar dünyasından almaktadır. Saraçhane’de DİSK’te somutlaşan “rezillik” konusunda Platform tartışmalarında DİSK hakkında yaptığımız değerlendirmelerde, daha bu aşamadayken hemfikir olduğumuzu bu arkadaşlar unutmuş ya da önemsiz bir ayrıntı olarak yorumlayıp es geçmiş olmalılar! DİSK ve CHP’de somutlaşan “Taksim’e sırtını dönme” pratiğinin hiç de beklenmedik olduğu söylenebilir mi? Saraçhane’de varlığımız bu rezilliğe dahil edilebilir mi? Varlığı ürküten ve her koşulda saldırıya uğrayan Partizan için “kendi farklı plan” biçimlerine uymaması nedeniyle böyle bir tespit yapmak manipülasyonun kötü bir biçiminden ibaret olabilir.

Kendi Planına Dönmek ve Taksim Israrı

Şişli ve Beşiktaş’ta her birindeki özgün nedenlerle ve nihayet her örgütün “kendi planı”na yönelmesiyle Platformla birlikte hareket etme olanağı kalmadığında kitlelerin yoğunlaşacağı tek alan olarak Saraçhane’de karar kılmamız da doğruydu.

Daha en başta vurguladığımız gibi biz 1 Mayıs özgülünde kendi kitlemizden de ayrılmak pahasına “kendimize ait bir plan” yapmadık. 1 Mayıs’ı Taksim’i de gündemleştirmek üzere olabildiğince geniş kitlelerin içinde değerlendirmek üzere hareket ettik. Doğru olanın bu olduğu gelişmelerin sonucunda da görülmüş olmalıdır. Bu yaklaşımımızı öngörüsüzlük yaftası ile DİSK, hatta daha ileri giderek CHP kuyrukçuluğu olarak yorumlayanlar [“Kuşkusuz bu meselede yalnız değil. Cümle sosyal reformistler ve onların ayak izlerine basarak ilerleyen oportünistler, CHP kuyrukçuluğunda DİSK’i yalnız bırakmıyorlar.” Bkz. Mücadele Birliği (MB)] kitlesel bir eylem içindeki niteliksel farkları görmeyecek kadar kör bir inançla hareket ediyorlar. Bugüne özel değil, bu tutum arkadaşların genel tutumudur. Belli bir biçimi tüm eylem ve mücadele biçimlerinin üzerinde konumlandırmak ve her şart altında bu biçimi ileri sürmek devrimci bir tutum değil, sadece kitleler ve devrim karşısında kendi sınırlı bilgisini üstün görme tutumudur. Analizden yoksun bu yaklaşım sonuçları da gerçeklerden değil kendi üstün bilgisinden hareketle yorumlamaya devam ediyor. Taksim’in 1 Mayıs meydanı olarak görülmesinde Saraçhane’de ortaya çıkan gerçekliğin etkisini ihmal etmekte ısrar ediyor. Elbette değindiğimiz parçalı, dar gruplarla yapılan “Taksim odaklı” eylemlerin de bu sürece katkısı olmaktadır ve olacaktır. Ne var ki Saraçhane’de Taksim için harekete geçen, Taksim için devletle iş birliğini yuhalayanlar da dahil olmak üzere geniş bir kitlenin katkısını inkâr etmek bir çocukluk hastalığından başka ne olabilir ki? Biz oradaydık ve CHP’den de DİSK’ten de en küçük bir beklentimizin olmadığı ve olamayacağı açıkken, bunu en açık biçimde ifade etmişken MB’nin basit bir yafta ve yorumla devrimci duruşumuza kara çalması ibretlik bir küçük burjuvalıktır.

Taksim hedefiyle birlikte, kitlesel ve güçlü bir 1 Mayıs örgütlemek amacıyla son güne kadar 2024 1 Mayıs Platformu ile hareket ettik. Bunun temel nedeni açıktır ki 2024 1 Mayıs Platformu’nun en dikkate değer özelliğinin Taksim konusunda samimiyeti ve cüretidir. Bu özelliğinin yanında kitleleri dikkate almakta ve kendi gücünü doğru kavramakta Platformun çoğunluğu zaaflı bir yapıya da sahiptir. Bu da onun temel özelliklerinden bir diğeridir. Bu iki özellikten ikincisinin objektif gelişmeler sonucunda son gün galebe çalması Platformla olan ilişkimizi şekillendirdi. Öncesinde de gündeme getirilmekle birlikte son gün dağınık, parçalı hareket etme seçeneğine yönelmekle Platform yukarıda açıkladığımız ve başından itibaren savunduğumuz, olmazsa olmaz biçimde sunduğumuz anlayıştan, anlayışımızdan uzaklaşmış oldu.

Taksim Israrı ve Taksim’i Kazanmak Sorunu

“‘Taksim’de ısrar, devrimde ısrardır’ şiarının nasıl bir tarihsel-güncel gerçekliğin ifadesi olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Saraçhane’de burjuva muhalefetin kuyruğuna takılarak devrime sırtını dönenlere inat, işkenceli gözaltılara rağmen Taksim’e yürüyen cüret, birleşik devrimimizin yüz akıdır, baş eğmez gücüdür.”  (Bkz. MB) “Devrime sırtını dönmek” çok iddialı bir cümle. Biz bunun gerçek anlamda kitlelerle kurulan ilişkide tanımlarız. 1 Mayıs tartışmasında da temel aldığımız meselenin bu olduğu açıktır. Bugün tamamen kendi gücümüzle, kendi kitlemizle ve “salt Taksim’de ve 1 Mayıslarda olmamak” üzere kitlesel bir devrimci hareket geliştirememiş olmamızın nedeni de bu ilişkideki başarısızlığımızdır. Taksim ısrarını bir devrim ısrarı olarak yorumlamak devrime, kitlelere karşı aşırı hadsiz bir yaklaşımdır. Devrim Taksim’den, 1 Mayıs kutlamalarından çok daha fazlasıdır. Devrimde ısrar tartışmasını bu seviyeye indirmiş olmak onunla kurulu ilişkinin hem kaba biçimciliğini ele verir hem de kendini her şeyin üstünde gördüğünü. İstanbul’da 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmak istenmesi açıktır ki demokratik bir istemdir ve elde edilmesi devrimi gerektirmez. Taksim için harekete geçmeyi öncelediğimizde bunun mevcut kitle hareketinde somutlaşmış bir irade olduğunu da saptamış oluyoruz. Dolayısıyla Taksim ısrarını başlı başına bir devrim ısrarı olarak ileri sürmek kitlelerin iktidar bilincinin yerine kitlelerin kendiliğinden oluşan iradesini koymak anlamına da gelir. Şiarlarımız doğru olmak zorunda. 1 Mayıs için Taksim’de olmak henüz devrim iradesini benimsememiş çok geniş bir kitlenin de istemi hatta eğilimidir. Yakın zamanda çok büyük bir etki yaratmış Gezi Ayaklanması dahi bir devrim ısrarı değildir. 15-16 Haziran Direnişi de hakeza öyle. Yanı başımızdaki Kürt Ulusal Hareketinin geliştirmiş olduğu mücadele ve örgütlenme de bir devrim ısrarı değildir. Bunların her biri devrim hakkında bilgi verir; ama devrimin kendisi olmaktan da çok uzaktırlar. Devrimde ısrar Komünist Partinin önderliğinde ısrardır örneğin, feodalizmin ve komprador kapitalizmin nesnel dayanağı olan toprak sorununun devrimci çözümünde ısrardır… Devrimin temel sorunlarına önemli ölçüde yabancılaşmış ve var oldukları ve Taksim’e yöneldikleri halde kitlelerin katılımını dikkate almayı reddedip kendi “Taksim ısrarını” bu derecede abartan MB “devrim kitlelerin eseridir” bilimsel tezini temel ilkelerinden biri haline getirmedikçe yukarıdaki gibi zırvalamaya devam edeceğe benzer.

1 Mayıs’ın büyük ve şehrin içindeki meydanlarda, özel olarak İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlanması demokratik haklardan biridir. Tamamen gerici ve faşist iktidar bu hakkı bulduğu her fırsatta yasaklamıştır. Bu yıl da Taksim yasaklı meydandı. Bu yasağın ortadan kaldırılması tamamen kitlelerin tutumuyla, demokratik hakkı sahiplenme derecesiyle ilişkilidir.

Bununla birlikte işçi ve emekçilere karşı biz devrimcilerin sorumluluğu 1 Mayıs gününü en güçlü şekilde kutlamak, yasaksa eğer bu yasağı kaldırmak, İstanbul’daysak eğer Taksim’e girmeye indirgenemez. Bunlar günümüzde enflasyonist koşullar nedeniyle daha da yoksullaşmakta olan halk kesimlerinin onu yoksullaştıran politikalara karşı mücadelesinin ve aynı zamanda bu mücadele için örgütlenmesinin sonuçları olabilir ancak. Amacı elden bırakmadan gerektiğinde 1 Mayıs için örgütlenmek ve mücadele etmek, gerektiğinde Taksim’e girmek için barikatları zorlamak, yasaklara karşı gelmeyi bilmeliyiz. Atı arabanın önüne koşmanın hiçbir faydası olmayacağını öğrenmiş olmalıyız.

Evrensel’de EMEP MYK adına yayınlanan yazıda Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarındaki yerini kavramaktan uzak ve gene gerçekliğin yerine öznel beklentiyi koyan bir yaklaşım okuduk. Bunun eleştirisi Taksim konusundaki tutumumuzu daha açık hale getirebilir.

EMEP MYK üyesi İsmet Dursun 1 Mayıs’ın özünün “üretimi durdurmak ve her fabrikayı, her işletmeyi, her hastaneyi, her okulu, her sokağı 1 Mayıs alanı haline getirmek, üretimi durdurup sokak gösterisine kitlesel katılma çağrısı yapmak olduğu” gibi çok makul; ama bugün olanaksız bir öz olduğu iddiasında. Devrim iddiası olmayınca 1 Mayıs’ı devrim görkeminde kutlamak bir heves olarak gelişiyor olmalı. Bu derecede bir güçlü sonuç için ne yapıldığı ayrı bir tartışma konusu; ama bu düzeyde bir sonuç söz konusu değilse eğer “birkaç yüz, belki birkaç bin devrimcinin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlaması” neden yanlış olsun. Ayrıca bu iki güç ve olanak farkı içeren kutlama biçiminin birbiriyle çelişmeli olduğu, farklı çizgileri içerdiği tespitinin dayanağı nedir? Devrim yürüyüşünün birkaç kişiyle, birkaç on kişiyle başlayıp yüzlere, binlere, yüz binlere ulaştığını bu arkadaşlar nasıl unutmuşlar! Tartışmalarımızda bu iki “farklı öz”den hareketle karşı karşıya gelmeler hiç olmadı. Biz EMEP’in belki 30 yıl sonra düşündüğü bir kutlamaya bugünden açığız. Devrimleri doğuracak süreçlerde elbette bu düzeyde kutlamalar olacaktır. O koşullarda EMEP türü oluşumların bambaşka bir çizgi izleyeceklerini de şimdiden tahmin ediyoruz. Hindistan’da Maoist hareketin büyük kitlesel eylemlerinde bunun örnekleri mevcuttur.

Henüz üretimi büyük oranda durduracak ve çok yüksek katılımlarla her yerde kutlama yapacak düzeyde değilken “Taksim’de ısrar” tartışması yaptığımızın hiç farkında değilmiş gibi düşünüyor İsmet Dursun. Yanlış düşünüyor…

Bu yaklaşımla Taksim hedefini kendi sınırlı gücünün önüne koyan yaklaşım arasındaki fark hiç kuşkusuz büyüktür. Buna karşın iki yaklaşım da kitleler nezdinde yanlıştır. Gerçeklikle kurduğumuz ilişkinin hedeflerimizi belirlerken belirleyici olduğunu ihmal etmeden kitleleri gerçeklik içinde nasıl ve ne derecede harekete geçirebileceğimizi konu etmeliyiz.

Hedefe Kitlelerle Ulaşılacak

Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olduğu iddiasını sürdürmek ve geniş kitlelerde yankısı olan bu iddiayı fiili bir kutlamaya dönüştürmek açıktır ki kolay bir iş değil. Devrimci hareketin genel zayıflığı, kitlelerle ilişkide yaşanan ciddi seviyedeki gerilik, demokratik kitle örgütlerinin üzerine çökmüş bulunan bürokratizmle bulaşık “apolitik” durum ve darlık bu yöndeki iradenin güçlü bir örgütlenmeyle ilerlemenin koşullarının zorluğuna işaret ediyor. Bu zorluğu dikkate alarak hareket etmeli, uzun vadeli düşünmeli, kısa yoldan büyük işler başarma yoluna tevessül etmemeyiz. Küçük adımlarımıza büyük değer vermeli, onları heba etmemeliyiz. En başından beri Taksim’e kitlesel girmenin koşulunun olmadığını, ama bu yönde davranmanın uygun, gerekli ve doğru olduğunu söylediğimizde henüz adımlarımızın küçük olduğunu dikkate aldık. Oysa bunu dikkate almayan, Kaf Dağı’nın tepesinden söz söyleyenler var. Taksim’e girememiş olmak mevcut güç dengesi bakımından gayet anlaşılırdır. Cüretli olmaya değer vermeliyiz; ama aynı zamanda cüretin doğru bir stratejiye, kitleleri devrime yöneltme niyetine hizmet etmesi gerektiğini hatırlamalıyız. Faşizmin cüreti gücüne dayanıyor ve bunda başarısız olduğu söylenemez. Bizim cüretimiz ise halkın devrim ihtiyacına dayanıyor. Bu durumda bizim de haklı olduğumuz kuşkusuzdur. Farklı kaynaklara ve amaçlara dayanan bu iki “cüret” arasındaki mücadelede Taksim’e girememek kuşkusuz faşizmin başarısıdır. Bozdoğan Kemeri altındaki çirkin polis barikatı bir güç gösterisiydi. Güçlü olduklarını gösterdiler. Bunun farkında olmadığımız söylenebilir mi? En azından söylenmemeli. Bu apaçık bir gerçeklik. Devlet onların elinde ve biz küçük gruplar halinde büyük mücadeleyi örmekteyiz. Bu mücadelede DİSK gibi sendikaların amacı ve işlevi de bizim için açıktır. Sırtını devlete ya da düzenin kolonlarına yaslayan sendikal hareketlerin işlevi asla bağımsız işçi sınıfı hareketini geliştirmek değildir. Onlar işçileri, hatta tüm emekçileri düzenin parçası olarak konumlandırmak amacındalar. Niyetleri egemen koşullar içinde daha iyi olmaktan ibarettir. Paylaşımdan “hak ettiği”ni almak gibi bir dar anlayışa sahiptirler. Oysa işçi sınıfının hak ettiği tam olarak iktidar olmalıdır. Tam olarak bu nedenle onlar işçi sınıfının bu birlik, mücadele ve dayanışma gününü düzenin muhalefeti ile birleşerek kutlamaya hazırdırlar. Düzenin tanıdığı statü ile işçi sınıfının mücadelesi üzerinde söz ve yetki hakkına sahip biçimde hareket ederler. Bu 1 Mayıs’ta tanık olduğumuz şey yasağı tanımayan geniş bir kesimin bu söz ve yetkiyi kabul etmediğidir. Tabii ki bu, söz ve yetkiyi kendinde topladıkları anlamına da gelmiyor. Yalnız şunu söyleyebiliriz: devrimci hareket bu gerçekliği örgütlemek bakımından bu 1 Mayıs’ın içerdiği avantajları yeterince değerlendirememiştir. Beşiktaş’ta ya da Saraçhane’de birleşik, kitlesel ve devrimci bir 1 Mayıs için ortak hareket edebilseydik geniş kitlelere çağrımız da onlar tarafından daha duyulur, görünür olabilirdi. Onları, katılabilecekleri bir eyleme çağırmakta henüz emeklemekte olduğumuz bir gerçekliktir. Bu gerçekliği dönüştürmek için yürümeye yönelmeliyiz, ayağa dikilmeliyiz.

Saraçhane’de de yeterince birlikte olamadığımız, örgütlü davranamadığımız, oluşan kitlesel Taksim eğilimini güçlendirecek yöntemleri hayata geçiremediğimiz de not edilmelidir. Elbette bunda Saraçhane merkezli bir hazırlığın olmayışı etkendir. Ne var ki bu asıl etken olamaz. Aslolan kendi dağınıklığımızdır. Taksime yönelme ısrarı, İbrahim Kaypakkaya’yı sahiplenme cüreti, Filistin’le dayanışma tavrı güçlü ve hazırlıklı bir çalışma potasında eritilemedi. Dahası tüm bunlar en yakın demokratik, ilerici çevrede de olması gereken düzeyde yankılanmadı. Her ne kadar bu yankı tüm olan bitenden sonra bir ölçüde görünür olmuşsa da 1 Mayıs’ta zayıf kaldı. Özel olarak Partizan kortejine henüz alana gelirken gerçekleşen saldırı sırasında orada beliren gerçek cüreti sahiplenen, destekleyen, korumaya çalışanlar olduğu gibi (Kaldıraç gibi) görmezlikten gelen de oldu. Dem Parti’nin yanımızdan geçen grubunun ilgisizliği, olay yerinden uzaklaşma ve uzaklaştırma çabası “kötü örnek” deneyimi oldu. Doğruları, dayanışmayı, birlikte davranma yeteneğini örgütlemekten söz etmeliyiz. Zorluklar karşısında birlik yakalama ruhunu geliştiremediğimiz her durumda günün orta yerinde yalnızlaşma riskini büyütmüş olacağımız açık olmalıdır. Biz haklı ama yeni, bu nedenle de güçsüz olan tarafız. Güçlenme olanağımız yeni ve haklı oluşumuzdadır. Bunu cüretle ortaya çıkardığımız her yerde yanlış yapana, kötü örnek olana doğruyu göstermiş olacağımızdan emin olmalıyız. Saldırılara karşı adım adım gelişen ortak tavır bize bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Kitlelerin Saraçhane’deki Taksim ısrarını göstermeyenlere gösterdiği küçük veya büyük tepki bunu göstermiştir. Bunların her biri öğreticidir.

Başaramadıklarımızı, uygulayamadıklarımızı tespit etmek ve bugünden yargılayarak açıklamak 1 Mayıs’ın geleceğe taşınan ışığı olacaktır. Bu ışığa ihtiyaç olduğunu, umutsuzluğun bu ışıkla alt edileceğini görüyoruz, biliyoruz…

2024 1 Mayıs’ında bir kez daha gördüğümüz şudur: Özel olarak Taksim’i kazanmak daha geniş bir mücadelenin parçası olmalıdır. İşçi ve emekçileri birleşik, mücadeleci ve dayanışmaya dayalı bir çizgide buluşturmak onları kendi çalışma alanlarında örgütlemekle başarılabilir. Şehirlerdeki mücadelenin sınırlarını bilerek, bununla birlikte ona hak ettiği değeri vererek, onları ayağa kaldırma hattını oluşturmak için özgüvenle ve doğru bir cüret anlayışıyla seferber olunmalıdır. Kitlelere rağmen, onları mücadeleye katmayı içermeyen yöntemler ve mücadele biçimleri aşılmalıdır. 2024 1 Mayıs’ının çağrısıyla büyümek için yola çıkalım…