Afrika’da Bitmeyen Yoksulluk, Süreğen Kriz!

Afrika kıtasında bulunan ülkelerde açlık, kuraklık, yoksulluk ve göçler gibi esas sorunlar bölge halklarının esas gündemi olmaya devam ederken bölge devletlerinin emperyalizmle bağlantılı halde bölgesel hegemonya mücadelesi ve bunun yarattığı krizler devam etmektedir. Halkların doğrudan yaşadığı ve devletler tarafından çözümsüz bırakılan sorunlar bu haksız savaşların da kaynağı olan mücadele ve kriz şartlarında boyutlanmaya ve katmer katmer birikmeye devam ediyor. Son birkaç yıldır, halihazırda devam da eden ve “iç savaş” olarak nitelendirilen iç çatışmalara karşın Sudan ve Etiyopya arasında yaşanan gerginlik gene bu ülke halkları için kötü bir geleceği haber veriyor. Mısır’ın da “doğal bileşeni” olduğu su (baraj) sorunu, sözü edilen bu üç devlet arasındaki bir sıradan gerginlikten fazlasını ifade ediyor. Devletlerin söylemleri ve pratikleri de bunu doğrular niteliktedir. Kıta üzerindeki su gerginliği temelde emperyal güçlerin hegemonyası ile ilgilidir. Ukrayna, Suriye, Tayvan gerilimi gibi örneklerde de gördüğümüz emperyalist dalaş Afrika’ya da yansımaktadır. Mısır’ın “toparlanması”yla birlikte gerginlik yeni bir boyut kazanmış görünmektedir. Benzeri tüm bağımlı devletlerin gerçekte kimlere hizmet ettiğini anlamak bakımından görünürde “su gerilimi” temalı bu “savaş hali” incelenmeye ve izlenmeye değerdir. Üstelik TC’nin Kürt sorununu kendi bekası için tehlikeli bir sorun olarak tanımlayıp komşu ülkelere iç savaşını taşımaktaki hevesi depreşmişken bu konu bizim için ayrıca özel bir yönelimi hak ediyor. Burnunun dibindeki oyunu göremeyene bazen uzaktaki daha görünür oyunu göstermek uyandırıcı etki yapabilir.

Öncelikle su geriliminin tarafları olarak öne çıkan üç devletin de temel sorununun “ülke kalkınması veya halkların ihtiyaçları” olmadığını vurmalıyız. Emperyalist devletlerin kuklası bu devletler kıtanın “yeşil havzasına sahip” olmakla uluslararası düzeyde bir güç olacakları iddiasındalar. TC’nin hamaset dolu “dış politikası”nı hatırlatan sözler bu devletlerin de dilinden düşmüyor. Zamanında Güneydoğu Anadolu Projesi ile konan hedefler uzunca bir süredir buradaki devletlerin de benzer biçiminde gündeminde. Oysa bu devletlerin hiçbirinde, Türkiye’de olduğu gibi kendi ayakları üzerine dikilmiş bir ekonomi söz konusu değil. Doğal olarak verdikleri mücadelenin kazanımı hiçbir şekilde ulus anlamında “kendileri” olmayacaktır. Bir avuç iş birlikçi ve onları yöneten emperyalist efendilerin kazanacağı bir kavgada halklar kandırılmaktadır…

Esasta Sudan ve Etiyopya arasında stratejik bir öneme sahip olan bölgede, Nil Nehri üzerinde Etiyopya’nın “Rönesans (Hedasi) Barajı”nın yapımına başlamasıyla iki ülke arasında yıllardır devam eden sınır hattı anlaşmazlığı yerini daha büyük gerginlik ve çatışmalara bırakmıştır. Sömürge dönemine ait anlaşmalarla belirlenen sınırlar, iki emperyalist paylaşım savaşı sonrası dönemde yeniden dizayn edilmiş “ulusal kalkınma programları”yla bu devletler bölgede siyasi olarak daha aktif konumda yer almaya başlamıştır. 2011’de yapımına başlanan ve bugün hâlâ Etiyopya-Sudan-Mısır üçgeninde ciddi gerginlik ve çatışmalara neden olan baraj özellikle Etiyopya açısından dikkat çekici olmuştur. 1929 ve 1959 yıllarında Mısır ve Sudan arasındaki pazarlık ve anlaşmalarla paylaşılan Nil Nehri sularının kullanımında, suyun yüzde 86’sı kendi topraklarında doğmasına rağmen hiçbir hakkı olmayan ve pay verilmeyen Etiyopya 2011 yılında su ve elektrik sorununu çözmek için hamle yapmaya başlamış ve 2 Nisan 2011’de bu iki ülke arasında gerçekleşen anlaşmaları tanımadığını ilan ederek Nil Nehri üzerindeki barajın inşaatına başlamıştı. Burada dikkat çekici bir diğer nokta da bahsi geçen sürecin “Arap Baharı” süreci ve sonrasında gerçekleşmiş olması. Bölge halklarını ve devletlerini derinden etkileyen ve yaşanan çatışmaların, gerçekleşen ölümlerin yanında siyasi anlamda hem emperyalistlerin hem de bölge devletlerinin ya da süreç sonrası devrilen liderlerin yerini alanların bölgeye ilişkin çok ciddi değişim hamleleri gerçekleştirmeye mecbur kaldığı bir sürecin, bu adımı etkilememe ihtimali yok denecek kadar azdı. Denebilir ki kıta için çok “tuhaf zamanlar”ın yaşandığı bir dönemde Etiyopya fırsattan yararlanmış, olasılığı güçlüdür ki aldığı emperyalist destekle “hakkı olana” doğru güçlü bir hamle yapmıştı.

Baraj yapımı sırasındaki tartışmalarda Sudan kendi içindeki çok daha ciddi sorunlarla boğuşurken direkt katı bir tavır sergilememiş, su taşkınları sebebiyle tarımda yaşanan zararı azaltacak, daha ucuz elektrik sağlayacak bu adıma karşı görece ılımlı bir tavır sergilemişti. Ancak iki devlet arasında geçmişe dayanan bir rekabet de söz konusuydu. Etiyopya’nın hamlesi bu ilk zamanlarda geçiştirilebilir olmakla birlikte ilerleyen dönemde bölgesel bir problem olacaktı. Bugün dahi iki ülkenin kendi sınırları içerisinde yaşanan savaş ve çatışmaların birbirlerine karşı kışkırtıldığı, desteklendiği söylenebilir. ‘80’li ve ‘90’lı yıllarda karşılıklı silahlı grupları destekleme politikalarına benzer bir sürecin devam ettiği söylenebilir. Sömürge döneminde yapılan anlaşmalarla belirlenen sınırların belirsiz, takribi bir şekilde çizilmesi beraberinde sınır anlaşmazlıklarını getirmektedir. Hatta bu anlaşmazlıklar bölge ülkeleri arasında savaşlara da sebep olmuştur. 1998 yılında sınırları tam olarak belirlemek için görüşmelere yeniden başlayan Etiyopya ve Sudan, özellikle tarım verimliliği açısından önemli bir yer olan Faşaga bölgesinde tıkanmıştı. 2008 yılında uzlaşıya varılan ve Sudan toprağı olarak kabul edilen bölgede Etiyopyalıların da yaşaması taahhüt edildi. Ancak ardından bölgede “Etiyopyalı milislerin Etiyopya tarafından desteklendiği” iddiasıyla Sudan ordusu tarafından harekât düzenlendi. Bu konuda ‘80 ve ‘90’lı yıllara benzer şekilde iki devletin de ülkelerindeki “silahlı milisleri” destekledikleri suçlaması her zaman gündemde olmuştu.

İki devlet arasındaki gerilim sürerken, Mısır da baraj meselesiyle sürece girdi. Nil Nehri suyunun en fazla kullanımını elinde bulunduran Mısır’ın kaygı ve önceliklerinin neler olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Tarım ve içme suyunun neredeyse tamamını Nil Nehri’nden karşılayan Mısır için özellikle kurak mevsimlerde buradan gelen su miktarı büyük önem taşımaktadır. Böylesi bir durumda Etiyopya’nın inşa edeceği barajın yaklaşık 25 milyar metreküp su kaybı ve yüzde 20-40 oranında elektrik üretimi kaybı doğuracağı riski Mısır’ın doğrudan sürece müdahil olmasını da beraberinde getirmiştir. Özellikle Nil Nehri üzerinde Mısır’ı ana aktör konumuna getiren anlaşmaları tanımayan Etiyopya’nın attığı adımlar Mısır açısından da zor bir durum yaratmaktadır. Sudan, Kenya, Cibuti, Eritre gibi komşu ülkelerin bu baraj tarafından üretilen enerjiden faydalanması da gündemdeyken, Etiyopya’nın Nil Nehri üstündeki stratejik avantajı Mısır’ı boyun eğme ve Etiyopya’nın haklarını kurumsallaştıracak bir anlaşmaya onay vermeye itmektedir.

Ancak son süreçte özellikle Etiyopya ve Sudan’da yaşanan iç savaş ve çatışmalar, yarattığı etki ve dehşet ana gündem olmaktadır. Savaşın tarafları ve “silahlı paramiliter güçler”in iki ülke tarafından birbirlerine karşı desteklendiği iddiası değerlendirilebilir bir veri olmakla birlikte sürecin nereye evrileceği hem bu iki ülke hem de bölge devletlerinin konumlanışıyla alakalıdır. Keza bu çatışma ve gerginlik sadece birbirleriyle sınırlı kalmamakta, yayılmaktadır da. Örneğin Etiyopya ve Somali arasında liman kullanımı ve denize erişim için imzalanan mutabakat zaptı da yeni bir krize neden olmuştur.

Süreç bölge devletlerinin aynı zamanda uluslararası düzeyde yaşanan gelişmeler ve müdahaleler eksenindeki müdahaleleriyle gelişecek gibi durmaktadır. Mısır ve Etiyopya’nın BRICS’e katılımı, Çin-Rusya-S. Arabistan üçgeninde yaşanan gelişmelerin bu devletlerde yaratacağı etki bundan sonraki süreçte rol oynayacaktır.