Emperyalist Çekişmede Biriken Kriz Riskleri

Geçtiğimiz aralık ayında Dünya Bankası tarafından küresel ölçekli borç krizi uyarısı yapılmıştı. Pandemi sonrası emperyalistler arası çelişkilerin giderek derinleşmesi ve pazar çekişmesini görece gergin bir seyre taşıyacak emperyalist politikaların izlenmesinin ürünü olarak bu yönlü krizlerin ortaya çıkması beklenmekteydi. Son 3 yıllık süreçte arz-üretim ve tedarik zinciri krizleri, enerji krizi gibi tecrübe edilen krizlere ek olarak finans yönlü kriz riskleri de kendisini hissettirmekte. ABD, İngiltere ve Avrupa’da riskli yatırım alanlarında faaliyet gösteren birçok bankanın iflası ve yine bir dizi bankanın daralan portföy sergilemesi şeklinde karşılık bulmaktaydı. Ancak gelinen aşamada, potansiyel olarak krize yol açacak daha fazla birikimin olduğu ve daha büyük ölçekli kriz risklerinin taşındığı görülmektedir.

Emperyalist-kapitalist sistem elbette yapısal olarak bir krizler sistemidir, bu krizler aynı süreçte baş gösterebileceği gibi farklı alanlarda birbirini izleyecek ve bir kriz diğerinin nedeni olacak şekilde de gelişim gösterebilmektedir. Emperyalist-kapitalizmin geldiği aşama itibarıyla artık bu kriz hali süreklileşmiş, Lenin’in işaret ettiği “kapitalizmin çürümüş ve asalak” aşaması çoğu zaman geçici önlemlere dahi cevap vermemektedir. Bu durum, sistemin iç çelişkilerinin geldiği aşamayı da göstermektedir. Ayak sesleri duyulan borç krizi neden olduğu emperyalistler arası çelişkinin gergin seyri dolayısı ile izlenen politikalardan doğrudan etkilenmektedir.

Başat emperyalist güç konumunu tüm sarsıntılara rağmen idame ettiren ABD’nin para birimi olan dolar, aynı zamanda rezerv para birimidir, uluslararası ticaret ve tahakküm esasta bu rezerv para birimi ile sağlanır, sermaye ihracının ve emperyalist talanın en önemli aracıdır.

Bu sebeple, dolara yönelik Amerikan Merkez Bankasının (Fed) belirlediği politikalar uluslararası sonuçlar doğurur. Elbette sonuçlar ABD emperyalizminin çıkarlarını pekiştirecek ve onu emperyalist çekişmede bir adım önde tutacak şekilde gelişmektedir. Buradaki temel olgu sermaye yolu ile sömürünün, sermaye ihracının ne biçimde bir yön tutacağı, ABD emperyalizminin bu alandaki çekişmeyi ne derecede gergin bir seviyede tutacağı ile ilintilidir. Bugünün finans, borç ve döviz krizi risklerini ortaya çıkaran etmenlerin en önemlisi budur. Elbette bu kriz ortamı emperyalistleri bir yandan sarsarken ve bir çekişmenin ürünü olarak ortaya çıkarırken aynı zamanda sömürü ve talanı derinleştirme, konumlarını pekiştirme fırsatlarını da yaratmaktadır. Bu sebeple de tüm kriz risklerine rağmen emperyalistler, bu yönlü politikalar takip etmeye devam etmektedir.

ÇEKİŞMEDE İLERİ SIÇRAMAK ADINA İZLENEN “ŞAHİN POLİTİKALAR”

Fed, 2022 yılı Mart ayından bu yana finans çevrelerinde “oldukça sert” olarak değerlendirilen yüksek faiz politikasında demirlemiş, bu politikaya en önemli gerekçe olarak ise yüksek enflasyonu göstermişti. Fed Başkanı Powell, enflasyon düşürülene kadar faiz artırım politikalarına devam edeceklerini defalarca yineleyerek politika faizini son 22 yılın en yüksek seviyesi olan 5,25-5,50 aralığına kadar yükseltmiştir. Temelde enflasyon ve para politikası arasındaki ilişki, talep ve arz arasındaki dengenin sağlanabilmesi ile ifade edilir. Örneğin arz ve talep arasındaki dengenin arz yönlü olumsuz değer aldığı durumlarda yani arzın talebe göre daha geri seviyelerde yer aldığı yüksek enflasyon durumlarında faiz artırımına gidilmesi öngörülür. Böylece kredilenme olanakları azalacağı için marjinal tüketim ve talepte azalma görülür. Bu durumun da enflasyonist baskıyı kıracağı düşünülür. Fed faiz yükseltince piyasadan dolar çekilir, bankalar değerli kâğıtlar ve tahvillerini rehin bırakmak kaydı ile Merkez Bankası’ndan daha yüksek faizle kredileneceği için bu durum kredilenme maliyetlerinin yükselmesine yol açar ve kredilenme faaliyetleri azalır. Yani borçlanma olanakları daralır, dolayısı ile ekonomide de küçülme eğrisi gözlenir. Çünkü, istihdam ve üretim alanları da banka tekelleri ile iç içedir, borçlanma ve kredilenme olanakları daraldıkça sanayi ve üretim alanları daralır, istihdam düşer, işsizlik artar. Bu demektir ki yüksek politika faizi de talep-arz dengesini bozabilir, tek başına enflasyon ve politika faizi arasında ters orantı kurmak, ancak başkaca olguları gölgeleme niyeti ile yapılabilir. Enflasyonu yükselten ve satın alma gücünü düşüren esas olgu egemen sınıfların kendi sistemlerinin krizlerinin bedelini halka fatura etmesidir. Pandemi sürecine denk düşecek şekilde emperyalist tekeller arası çekişmenin tedarik zincirlerinde kopmalara sebep olması, NATO’nun savaş kışkırtıcılığına karşılık Rus emperyalizminin enerji arzını kısmaya gitmesi, hammadde ve emtia ticaretinde daralma, Fed’in likidite yani borçlanma olanaklarını azaltması gibi birçok faktör uluslararası ölçekte enflasyonun tırmanmasına yol açmıştır. Bu olguların tümünde bir iyileşme görülmeden yani emperyalistler arası çelişkilerde görece yumuşama dönemine girilmediği sürece bu gibi adımların tekrarlanması olasıdır. Dolayısı ile enflasyonda yukarı yönlü ivme devam da edebilir. Ancak Fed’in yüksek politika faizinin baskısı daha çok finans tekellerinin üzerinde olmaktadır. Çünkü yüksek faiz altında kredi talepleri azalır, daha önceden alınan krediler bir de enflasyon baskısı var ise belirlenenden çok daha yüksek seviyelerde ödenmek zorunda kalır. Bu durum şu anlama gelmektedir: Var olan borçlarınız sizin elinizde olmayan koşullar dolayısı ile artarken yeniden borçlanma olanaklarınız da azalmaya başlar. Özellikle marjinal tüketim içerisinde değerlendirilen, riskli olarak görülen teknoloji vb. gibi alanlara yönelik harcamalar azalır, mudiler de bu alanlardan çekilir, esas faaliyetlerini bu alanlarda yoğunlaştıran bankalar ise iflas eder. Bunun örneğini SVB ve Signature Bank gibi bankaların iflas açıklaması ile pratik olarak geçtiğimiz yıl görmüştük. Parasal daralma ve para döngüsünde görülen negatif seyrin ürünü olarak faaliyetlerini bazı alanlarda yoğunlaştıran bankaların iflas etmesi ise yalnızca bu bankaları ve müşterilerini etkilememektedir. Finans tekellerinin faaliyet gösterdikleri sektörlerin diğer tekeller ile ilişkili oluşu göz önüne alınınca bunun bir domino etkisi görmesi işten değildir. Her ne kadar henüz büyük bir iflas dalgası yaşanmamış olsa da, ki bu durumda Fed’in faizi sabit tutma politikasının etkisi de vardır, riskler büyüyerek devam etmektedir. Finans alanının baskısı, açık işte (kapitalistler tarafından talep edilen iş gücü) yaşanan azalma ve resesyon (ekonomik durgunluk) riskleri altında Fed faiz artırımlarını masadan henüz kaldırmamış olsa da bir süreliğine durdurmuştur. Böylece finans krize yönelik geçici bir önlem alınmıştır.

2008’DEN 2024’E: BÜYÜK ÖLÇEKLi KRiZLER KAÇINILMAZ MIDIR?

Borç, ödemesi planlanabilen ve vadelenebilen bir yatırım aracı olarak da kullanılmaktadır. Kredilenme olanaklarının azalması bu sebeple yatırımların azalmasına yol açtığı gibi, aynı zamanda gayrimenkul faaliyetlerinin de azalmasına neden olmaktadır. Yüksek faizli kredilenmenin tercih edilmemesi sebebi ile konut alımları düşmekte, gayrimenkul alanında faaliyet gösteren tekeller için de tehlike çanlarının çalmasını beraberinde getirmektedir. Bu senaryo ise oldukça tanıdıktır. 2008 yılındaki krize giden yolun taşları da -farklı bir yönden olsa da- bu şekilde döşenmiştir. 2008 krizi sürecinde, önce düşük faizden kredilendirilen geniş bir kesim, art arda yapılan faiz artırımları ile sarsılmış, borçlarını ödeyemez hale gelmiş ve 10 trilyon dolar hacmindeki bu borçlanma sebebi ile bankalar üzerindeki stres artmış ve Lehman Brothers’ın batması ile sözünü ettiğimiz domino etkisi yaşanarak görülen en şiddetli krizin başlangıç düdüğü çalınmıştı.

Bugün için gayrimenkul alanında yaşanan tek sorun borçların ödenme sorunu değil, aynı zamanda borçlanma maksadı ile sektöre yatırım yapılamıyor oluşudur. Yani bir yandan finans alanı etkilenirken diğer yandan emlak tekelleri de bu durgunluktan nasibini almaktadır. Konut fiyatlarında sürekli düşüş kaydedilirken alımda beklenen oranda katılımı sağlayamamaktadır. Borçların ödenmesi ise ayrıca büyük bir sorundur. 2022 yılı ve öncesinde düşük faiz ile borçlanan ve vadesini uzatmak zorunda kalan kesim, yüksek faiz altında borçlarını daha da ödeyemez hale gelmiştir. Çin’de emlak tekellerinin geçtiğimiz aylarda yaşanan iflaslarının güçlükle durdurulması sonrası, ABD ve Avrupa’dan da benzer şekilde risklerin duyurulması piyasada tedirginliği artırmaktadır. Bilinmektedir ki bu riskler piyasada yankılandıkça riskten kaçınma adına finansal faaliyetlerde durgunluk kaçınılmaz hale gelmektedir. Böylesi koşullarda finans sektörünü içine alacak bir kriz, 2008 krizinde olduğu gibi durdurulamaz ve etkisi uzun yıllar hissedilecek bir krize yol açabilecektir.

Bu ölçekte bir kriz riski, emperyalist çekişmenin seyrine göre göze alınabilmektedir. Aynı zamanda artan küresel faiz oranları ile tekellerin ayrışması ve aralarındaki mücadelenin gerginleşmesi de hedeflenmektedir. Alternatif üretim alanlarının oluşturulmaya çalışılması, yeni tedarik zinciri arayışları ve uzun vadeli enerji planlamaları ile de bu ayrışma beslenmek istenmektedir. Yine küresel faiz oranlarındaki bu artış, özellikle emperyalizme bağımlı ülkelerin borçlarında katlanmalara, peşi sıra döviz ve borç krizi riskinin artmasına yol açmaktadır. Dünya Bankası’nın açıkladığı verilere göre son 10 yılda faiz ödemeleri 4 katına çıkarken en yoksul 24 ülkenin toplam borç ödeme maliyetlerinin 2024 itibarıyla yüzde 39’a kadar yükseleceği tahmin edilmektedir. Türkiye gibi ülkelerin brüt dış borcunun yalnızca 1 yıllık bir dilimde 10 milyarlarca dolar arttığı bu süreçte, borç ödemelerinde güçlüklerin yaşanması likidite daralması da hesaba katıldığında çok olası görülmektedir. Ayrıca sıcak para ve likidite kaynaklarının daralıyor oluşu üretim ve istihdamda daralmaya, iç kaynaklar üzerinde yoğun stres birikimine yol açmaktadır. Enflasyon artmaya devam etmekte, satın alma gücü gün geçtikçe erimektedir.

GELECEK, GERİCİ ÇIKAR ÇATIŞMASININ GÖLGESİNDE ŞEKİLLENMEYECEK…

Bir diğer tartışma Fed’in bu süreci nasıl devam ettireceğine ilişkindir. Beklenen krizler ve açığa çıkan büyük ölçekli riskler göz önüne alınarak bahar ayları ile birlikte faiz indirimine gidileceği öngörüsü yapılmaktadır. Fed tarafından yapılan açıklamalar ile de bu durum desteklenirken faiz artışının ise masadan kalkmadığı, gerek görülmesi halinde artışlara devam edilebileceği açıklanmıştır. İki ihtimalin birden açık bırakılmasının sebebi ise bir yandan yüksek kriz riskleri altında faiz indirimi söylemleri ile piyasada canlılık ve güven yakalanmak istenmekte, diğer yandan emperyalist çekişmenin gergin seyrinin süreceğine, dolayısı ile de belirsizliğin sürdüğüne işaret edilmektedir. Son aylarda hem Orta Doğu hem de Doğu Avrupa’da artan tansiyon, ABD emperyalizminin açık ihtimaller üzerinden politik yön almasını zorunlu kılmaktadır. Ayrıca NATO’nun Finlandiya ve İsveç’in üyeliği ile birlikte Rusya etrafındaki yarım çemberi tamamlayarak sıkıştırması, Alman ordusunun Rusya ile savaşa hazırlandığı haberlerinin basına yansıması gerilimlerin artarak devam edeceğini göstermektedir.

Bu görünüm, emperyalist-kapitalist sistemin ne derecede kırılgan bir yapısının olduğunu, ayrıca dünya halklarına daha ağır yaşam koşullarından ve sömürüden başka bir gelecek vadedilmediğini göstermektedir. Emperyalistler kendi aralarında pazar yarışında bir adım öteye sıçrayabilmek uğruna, insanlığın geleceğini tehdit altına almaktan, tüm risklere kapı aralamaktan geri durmamaktadır. Biriken kriz riskleri, halka daha fazla sömürü ve talan olarak yansıyacaktır. Öyle ki askeri harcamalara yönelik artışın sağlanması dahi, üreticilere sağlanan sübvansiyonlardan kesilerek gerçekleştirilmektedir. Bütçe açıkları daha fazla vergi olarak halka yansıtılmakta, oluşturulan kaynaklar emperyalist çekişmenin efektif sürdürülebilmesi için kullanılmaktadır. ABD ve Avrupa arasında imzalanan, emperyalist tekellerin çıkarlarını koruyacak şekilde “dijital hizmet” vergilerine yönelik ateşkes uzatılırken halkın yaşamsal faaliyetlerine dahi yansıyan vergiler pervasızca ardı ardına geçirilebilmektedir. Gerici sistem kendi yapısının bir sonucu olan krizleri, daha fazla sömürü ve talan için bir fırsata çevirmektedir. Böylesi bir sistemin ortadan kaldırılması ise her geçen gün daha fazla ihtiyaç haline gelmektedir.