Enflasyon, Zam ve Açlık Sınırında Kalan Milyonlar!

İktidar tarafından bir alışkanlık halinde yüksek tonda atılmaya devam eden ekonomik büyüme ve “istikrar yakında” naralarına karşın bu düzende halkın makus talihi ağır yaşam koşulları hiç değişmiyor: ıstırap sürüyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve iktidardan nemalanan diğer unsurların her açıklaması bir önceki açıklamayı yalanlarken gerçekleşen müdahalelerdeki amaç -seçim dolayısıyla zaman kazanmaya odaklı olmakla birlikte- ülkedeki asalakların olumsuz gidişattan hırpalanmamasını sağlamak üzere tepetaklak gidişatın hızını düşürmek. Faşist devlet, yangını elindeki bardağı göstererek söndüreceğini ileri sürüyor! Oysa yangına benzin döken de bizatihi kendisi…

Kapıya dayanmış olan çok yönlü ekonomik çöküntüye karşı alınan tedbirlerin boşa çıktığı, uygulanan politikaların karşılık bulmadığı, ürün fiyatlarındaki artışın hızının korunduğu, kurda değer kaybının tüm rezervleri eritme pahasına devam ettiği, cari açığın tırmandığı ve borçların katlanarak ilerlediği manipülasyonla açıklanan verilerde dahi açıkça görülmektedir. Devletin, yönlendirme yoluyla yönetme kapasitesindeki gerilemeye işaret eden bu durum yakın zamanda büsbütün yönetememe itiraflarına gidecek gibidir. “Çekilme” sinyalleri veren Erdoğan, “gidemezsiniz” diye çığlık atan Bahçeli egemenler için gelmekte olan vahim durumu haber ediyor sanki!

Devlet kaynakları, bir yıl öncesine kadar parasal genişlemeye dayalı ekonomi politikasını ihracatta ve üretimde artışla, ekonomik büyümeyle gerekçelendiriyordu. Devlet bütçesine oranla devasa harcamalara denk gelen bu genişleme yoluyla enflasyonun da dizginleneceği ileri sürülüyordu. Faizin düşürülmesiyle sağlanan parasal gevşeme bir nebze enflasyon yaratsa da zamanla üretimdeki yükselmeyle engellenecek deniyordu. Oysa Türkiye’de üretimin dinamikleri esasen içeriden değil dışarıdan belirleniyordu. Üretimdeki yükseliş aynı zamanda dışarıya yoğun para transferi anlamına gelmektedir. İthalata dayalı ihracat Türkiye ekonomisinde görüntüde bir büyüme gerçekte ise aşırı borçlanmaya denk gelir ve bu ilişki biçiminde büyüyen esas olarak dev tekellerin ekonomisidir. Kuşkusuz bundan patron-ağalar da beslenir…

Fiilen devalüasyon anlamına gelen sonuçlarıyla bu parasal genişleme politikası faşist iktidarın argümanlarının yalandan ibaret olduğunu kısa zamanda gösterdi. Kurdaki düşüşle beraber milli gelirde kişi başına düşen miktardaki gerileme nedeniyle ucuz iş gücü piyasasında derin olanaklar yaratmış olacağına inanan iktidar, üretimdeki görece büyümeyi de bu dönemde siyasette prim yapmak için kullandı. Ayrıca “bol para, düşük faiz” politikası ile de yatırımların önünü açtığını düşünmüş olsa gerek ki bu durumda dünyadaki kriz koşullarını da anlayamadığını gösterdi. Bu yolla istihdamın artacağı beklentileri de karşılık bulmadı. Dünya ticaretinin devamlılığı bakımından çok önemli olan tedarik zincirindeki kopmalar, enerji ve üretim arzında yaşanan düşüş üretim faaliyetlerini de olumsuz etkiledi, bu etkileri en fazla hisseden ülkeler ise TC gibi yarı feodal, yarı sömürge ve emperyalizme bağımlı devletler oldu.

Ayrıca üretim faaliyetlerinin sekteye uğramasının diğer esaslı bir nedeni de uluslararası fonlama ve likidite kaynaklarının yetersiz kalmasıdır. Fed politikaları kaynaklı azalan borçlanma olanakları ve borçlu ülkelerin borçlarının katlanması, her ne kadar iş gücü piyasasında ve yerel para biriminde yaşanan düşüşlerle “uygun zemin” görüntüsü yaratsa da kredilenme yetersizliği sebebi ile yatırım faaliyetleri genel olarak sekteye uğradı. Azalan sıcak para akışı, artan maliyetler ve borçlar, ek borçlanma olanaklarının daralması, TC gibi ülkelerde borçlanmanın katlanarak artmasına neden oldu ve üretim patlaması bir türlü gerçekleşmedi. Emperyalist pazar çekişmesindeki sürekli artan gerilim de yatırımlarda genel bir azalmaya yol açtı. Bu durumda TC gibi ülkelerin ekonomilerinin olumsuz etkilenmesi eşyanın tabiatı gereği kaçınılmazdı. Zira bu ülkelerdeki en belirgin özellik görünümün belirsiz olmasıdır. İzlediği ekonomi politikası TC ekonomisinde üretim artışına önemli ölçüde bir etkide bulunmadı. Buna karşılık finans kuruluşları düşük faizle borçlanarak palazlandı. Sanayi alanında istisnai olarak pandemi etkilerinin ortadan kalkması sebebi ile bir miktar genişlemenin görüldüğü 2021 yılı haricinde 2020, 2022 ve 2023 yıllarında ciddi daralmalar ve istihdam kaybı yaşandı. 2023 yılına gelindiğinde mayıs ayı seçimlerinin ardından bu politikadan hızlı bir şekilde çark edilerek politika faizinde büyük oranlı artışlara gidildi. Son birkaç yıldır tüketim ve borçlanma üzerine kurulu büyüme hedefinin terk edildiği, parasal daralma ile marjinal tüketimin azaltılarak döviz kurunun ve enflasyonun dengelenmesini amaçladığı söylenen adımlar atıldı. Ancak bu adımların üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen enflasyonun artış hızının dizginlenemediği ve cari açığın yükselmeye devam ettiği kaydedildi.

Mevcut cari açığın borçlanmayı tetiklemesi ve kurdaki oynamalar ile olan borcun katlanması ağır borç krizinin önünü açmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak enflasyona sebep olmaktadır. Faşist devlet bu dönemlerde temsilcisi olduğu sınıfların daha fazla palazlanması, emekçi halkın ise daha yoğun bir şekilde bu borç yükünü sırtlamasını sağlamak için yeni yollar bulmaya yönelmektedir. Efendilerine kazandıramayan bir iktidar için koltukta kalmak, bu bilindik vasıflarına rağmen abartılan bir Erdoğan da olsa, imkânsızlaşır. Zenginin daha zengin, yoksulun ise daha yoksullaşmasını içeren politikalardaki başarı ise tersini güvenceye alır. Yani mevcut şartlar içerisinde belirli sektörler var olan koşullarda daha fazla rant elde eder, sömürü şartlarını da ağırlaştırır ve kârını artırır. Bir diğer yandan devletin borç yükü halka daha fazla vergi, daha fazla zam olarak yansır. Güne yeni zam haberleriyle başlamaktan bezmiş halka sabır öğütlenir, bu sıkıntının kısa süre içinde aşılacağı vaaz edilir.

EKONOMİK BÜYÜME KİME YANSIYOR?

Son beş yılda beş başkan eskiten Merkez Bankası’nın (MB) faiz politikası, mayıs ayından bu yana daralan para politikası nedeniyle yükselmektedir. Yıllık enflasyonun yüzde 120 seviyesinde seyrettiği bir süreçte MB faiz artışına aşamalı olarak başladı. Bu durum kimi çevrelerce enflasyonun düşeceğine dair beklentiye yoruldu. Ancak cari açığın ve borç yükünün bu denli yüksek olduğu bir evrede enflasyonun düşüş eğrisi göstermesi bir kenara, artış hızının dizginlenmesi dahi olası değildi ve böyle de oldu. Kısa vadeli borçlarda 2023 yılının son çeyreğinde görülen peş peşe rekor artışlar serisi devam ederken Ocak 2024 yılında küçük bir düşüş kaydetti. Ancak 2024’ün ilk iki ayında, dış ticaret açığı gibi kimi ekonomik parametrelerde görünen kısmi düşüşün altın ve enerji ithalatında yaşanan düşüşten kaynaklandığı belirtiliyor. Bununla birlikte dış borç stokunun 500 milyar dolar ile milli gelirin yüzde 44’ü oranına varmış olması TC’nin dış borca ne ölçüde bağımlı olduğunu gösteriyor. Buna karşılık rezervlerdeki erime içerisinde bulunduğumuz 2024 yılının ilk aylarında devam ediyor. Ayrıca resmi milli gelir hesaplamalarının gerçeğin çok üstünde açıklandığı ve manipüle edildiği bilinmektedir. Yani dış borcun milli gelire oranının çok daha yüksek olduğu düşünülmektedir. TÜİK tarafından açıklanan 2023 verilerine göre GSYH’de yüzde 4,5 dolayında artış gerçekleşirken kişi başına düşen milli gelir ise 13 bin 110 dolar ile rekor kırmıştır! Bilindiği üzere kişi başına düşen ortalama milli gelirden yoksul halka yansıyan bu ortalamanın çok çok azıdır!

Sözü edilen büyüme rakamlarının içerisinde en büyük artışın vergi kalemleri ve finans faaliyetleri olduğunu belirtmekte fayda var. Yani artan vergiler ve maliyeti artan tüketim ekonomik büyüme rakamlarının esas dinamosu oldu. Bununla birlikte şubat ayı resmi enflasyonu yüzde 67 olarak açıklanırken yıllık olarak (bir önceki şubat ayına göre) yüzde 4,3 artış kaydedildiği gözlendi. ENAG ise artışı yüzde 121,9 olarak açıkladı. Artan vergiler ve enflasyon altında ezilen yığınlar ekonomi sanal olarak büyürken kendilerini daha fazla açlık ve yoksulluk batağı içerisinde buldular.

ZAMLAR VE GELİR ARTIŞI: GELEN GİDENİ KARŞILIYOR MU?

Enflasyonun ve zamların üzerine perde çekmek amacı ile devlet asgari ücrete son üç yıldır “yılda iki kez” zam yapıyor. Bu yolla çalışan kesimde “yüksek ücret zamları” hissi yaratmayı, kendisi için “enflasyona karşı koruyorum” imajı vermeyi hedefliyordu: Enflasyondaki artış ve alım gücündeki erime gölgelenecek, kısa süre için rahatlama sağlanacaktı. Ancak bu artışların akabinde aynı ay içerisinde gerçekleşen maliyet ve hizmet fiyatlarındaki artışlarla yapılan bu zamlar cebe girmeden fazlası ile geri alındı. Gelinen noktada devlet bundan da vazgeçerek daha fazla sömürü ve ağırlaşan faturaların sinyallerini verdi: 2024 yılı itibari ile asgari ücrete kanunda olduğu gibi “tek seferlik” artış yapılacağı belirtildi. Enflasyonda herhangi bir düşüş ve ivme kaybının beklenmediği bu süreçte devlet, borç yükünün artacağı ve enflasyon baskısının devam edeceği gerçeği ile halka daha fazla fatura çıkaracağını beyan etmiş oldu. Böylece yoksul ve ezilen halk, milli gelirden pay almaktan yine fersah fersah uzak kaldı. Ayrıca asgari ücretin temel ücret haline geldiği, bu ücrete çalışanların oranının yüzde 50 dolaylarında olduğu Türkiye’de, açlık sınırı 16 bin TL dolayında hesaplanmakta ve neredeyse 17 bin TL dolayındaki asgari ücret ile aynı miktara tekabül etmektedir. Asgari ücret bu sebeple resmi olarak da açlık ve sefalet ücretidir. Devlet böylesi bir durumda, enflasyonun büyük bir hızla yükselmeye devam edeceği beklentilerine rağmen yıl içinde yeni bir asgari ücret artışına dahi yanaşmamaktadır. Yalnızca asgari ücret değil, emekli maaşı neredeyse enflasyon altında tam olarak ezilmiş durumdadır. Emeklilere zam yapılmayacağını açıkça belirten ve bu şekli ile devletin bu kesimi bir yük olarak gördüğünü yeniden ispat eden Erdoğan, emekli maaşını 66 TL’den 10 bin TL’ye çıkarmak ile övünürken Avro cinsinden değeri hesaplandığı takdirde emekli maaşının son on yılda yüzde 34 değer kaybettiği görülmektedir. Bu rakam, artan ücrete rağmen satın alma gücündeki düşüşün ne derece vahim olduğunu göstermektedir.

Yine iktidar kaynaklarınca yaz aylarında ekonomik göstergelerde iyileşmelerin başlayacağı belirtilmektedir. Ancak yaz aylarında görmeye alıştığımız iyileşme eğrisi bir süredir görülmez oldu. Mevsim etkisini dahi görülmez hale getiren bir yükseliş ivmesine işaret eden bu durum yönetenlerin yönetemediğinin açık bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu aylar turizm, tarım vs. gibi birçok sektörde canlanmanın olduğu ve ekonomik getirinin standart olarak arttığı, dolayısı ile yılın geri kalan dönemlerine göre iyileşme görüntüsü verebilecek dönemlerdir. Yani iktidarın politikalarının ürünü değildir.

Ufukta net görünen tek bir gerçeklik vardır, bu da faşist devletin olanca gücü ile ekonomik buhranını halka daha fazla fatura etmeye çalışacağıdır. Bunu ise yalnızca ücretler için talep edilen zamların gerçekleştirilmemesi üzerinden değil daha fazla vergi, daha güvencesiz çalışma koşulları, daha fazla rant ve talan üzerinden de gerçekleştirecektir. Gerici sınıflar hangi politikada demirlerse demirlesin yığınlar açlık ve yoksulluğa mahkûm edilmeye devam edilecektir.