Newroz Ruhuyla Kuşatmayı Yarmak

İsyan tarihimiz artık ürünün üzerinde egemenlik kurulduğu andan itibaren yazılmaya başlandı. İsyan tarihimizin, sömürüye ve zorbalığa karşı çatışmalı varlığımızın bir kesiti de Newroz’dur. Newroz’un coğrafyasına ve tarihine baktığımızda karşımıza köle emeği üzerinden yükselen zalim bir uygarlık ve buna karşı geliştirilen direniş çıkar. Kuşkusuz insanın tarihi benzer bir dizi mitolojik efsane ve ritüelle doludur. Ancak Newroz’u özgün kılan onun “isyan”la cisimleşmiş bir anlatı olmasıdır. Bu yalın ancak son derecede etkin anlatıda Dehhak zulmüne karşı Kürt halkının Demirci Kawa’da temsil bulan bir isyan pratiği, direnişi ve mücadelesi öne çıkar. Bu noktadaki güçlü anlatı nedeniyle Newroz başta Kürt ulusu olmak üzere tüm Orta Doğu halkları için başkaldırının sembolü olarak evrenselleşmiştir.

Newroz’un bu tarihselliği ve mitolojik yanı Kürt Ulusal Mücadelesinin gelişmesiyle birlikte özellikle de 1970’lerden sonra yerini siyasal bir işleve bıraktı. Ulusal kimliğin inşa edilmesinden tutalım da mücadele günü olarak direnişle kutlanmasına değin geniş politik bir alanda Newroz’un asi özünden beslenildi. Faşist Kemalist diktatörlüğün “Nevruz Türklerin bayramıdır” söylemine karşı Kürt ulusu Newroz’u devasa ateşlerle görkemlileştirerek, direnişe çevirerek zorla asimilasyona karşı mücadele aracına çevirmesini bildi. Amed zindanında işkenceye, onursuzluğa, diz çöktürmeye karşı dirilişin sembolü olarak Mazlumların, Dörtlerin ellerinde yanan kibritlerle bayraklaştı. Cizre’de Berivanlaşan halkın ölüm sessizliğine karşı cüretiydi Newroz. Zekiye, Ronahi, Berîvan ve Rahşan bedenleriyle Mazlum’dan sonra “Meşale Biziz” diyerek karanlığa karşı yürüyerek ölümsüzleştiler. Tam da bu öz Newroz’u salt mitolojik bir anlatı olmaktan çıkarıp bir mücadele günü, somut bir ulusal isyan haline getirdi. Kürt Ulusal Mücadelesi de Newroz’u bu temelde etkin ele alarak kitleselleştirdi, siyasallaştırdı. Bu bağlamda her Newroz, önemli tarihsel kesitlere de tanıklık ettiğimiz süreçler oldu.

NEWROZ’A GİDERKEN

Kürt Ulusal Mücadelesi, 2024 Newrozu’nu yoğun gündemlerle karşılıyor. Yerel seçimler gürültüsü bir yana Kürt hareketini topyekûn sindirmeye yönelik adımlar söz konusu. Faşist diktatörlük Rojava’dan Irak Kürdistanı’na geniş bir alanda Kürt Ulusal Mücadelesini kuşatmaya ve yok etmeye dönük saldırı konseptini yeni işgal saldırılarıyla genişletmeye çalışıyor. Bu noktada yoğun geçen diplomatik mesainin sonuçları geçtiğimiz günlerde açığa çıktı. Faşist diktatörlüğün Dışişleri Bakanı H. Fidan’ın ABD ziyareti İsveç’in NATO’ya katılımı sonrası oluşan iyimser havayı değerlendirme amacı taşıyordu. NATO’daki ittifakı Kürtler aleyhine sonuçlandırmak için koşullar uygundu. 40 adet F-16’nın modernizasyonuna onay verilerek karşılık bulan NATO hamlesi emperyalizme uşaklığın bir sonucu olarak Türk hâkim sınıfları için daha da ileri taşınmalı, Kürt meselesi bağlamında da değerlendirilmeliydi.

ABD’den hemen dönüşte Irak devleti ile ikili-üçlü heyetler düzeyinde bir görüşme trafiği gerçekleştirildi. 14 Mart’ta Bağdat’ta yapılan görüşmelere Türk devleti adına Fidan ve Kalın’ın yanı sıra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu katıldı. Irak tarafında ise Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, Savunma Bakanı Muhammed el Abbasi, Ulusal Güvenlik Müsteşarı Kasım el Araci, Haşd’uş Şaabi Heyeti Başkanı Falih el Feyyad, Irak Kürdistanı Özerk Yönetiminin İçişleri Bakanı Rebwar Ahmet vardı. Kürtler için meşum kararlar alınmak üzere bir araya gelindiği ilk andan itibaren anlaşılırdı. Nitekim toplantı sonrası açıklanan yedi maddeden oluşan bildirinin özeti şöyleydi: iki ülke arasında “terörle mücadele”, ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanlarında eşgüdümlü, düzenli ve sonuç odaklı çalışacak ortak daimî komitelerin kurulması. Faşist diktatörlük açısından önemli olan madde ise PKK konusundaydı: “Taraflar PKK’nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin altını çizmişler ve söz konusu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasası’nı ihlal ettiği anlamına geldiğini kayda geçirmişlerdir. Türkiye, Irak Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından PKK’nın Irak’ta yasaklı bir örgüt olduğu yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılamıştır. Taraflar, Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik alınması gereken önlemler konusunu istişare etmişlerdir.”

İlgili bildirinin pasta süsü ise Erdoğan’ın Irak ziyareti olacak. Birçok başlıkta Irak ile ilişkilerin gerginliği nedeniyle Erdoğan 12 yıldır ziyaret gerçekleştirmiyordu.

Peki TC bu adımla esas olarak somut hangi planı işletmeyi düşünüyor? Erdoğan BM başta olmak üzere katıldığı tüm toplantılarda Kürt Ulusal Mücadelesini işgallerle boğmayı hedeflediğini açıkça ifade ediyor. Suriye’den Irak’a uzanan genişçe bir sahada 40 km derinliğinde adına tampon dediği işgal planının Suriye ve Irak gerici devletlerinin desteği olmaksızın başarısız olacağını TC iyi biliyor. Hem geçmiş harekatlarda hem de bugünkü savaşında deneyimleyen faşist diktatörlük, adını Pençe koyduğu operasyonlarda kışın da üstlenmeyi denedi. Sonuçsuz kalan bu hamlenin sonucunda ağır kayıplar verildi, gerilla kuşatılan değil kuşatan oldu. Bu yeni adımda ise TC, Irak devletini ve KDP’yi de yanına alarak gerilla gücünü dağıtmayı hedefliyor. 600’ün üzerinde boşaltılan köy, yüzlerce üs bölgesi, yeni açılan askeri yollar nisan ayında planlanan bir harekatın hazırlığı olarak değerlendiriliyor.

Kürt Ulusal Hareketi böylesi bir operasyonu öngörmeyen, dahası yaşamayan bir yapı değil. 1990’larda brakuji (kardeş katli) denilen süreçte de TC, Irak Kürdistanı’ndan gerillayı sökmeye çalıştı. Ancak başta gerilla tarzı savaş, taktik manevra ve coğrafi koşulları siyasal hamlelerle birleştirerek alanını daha da genişleterek kuşatmayı kırmasını bildi. Gerilla, bugünkü koşullarda gelişen teknolojinin yarattığı handikaplara göre askeri taktik geliştirmekten, kamp ve hareket tarzı değişikliğine birçok noktada yeni stratejiler üretti. Daha güneyde Süleymaniye, Kerkük, Mahmur, Musul ve Şengal alanlarında siyasal ve askeri gücünü geliştirdi. YNK’yle ilişkilerini geliştirerek KDP iş birlikçiliğine karşı ulusal birliği öne çıkartan bir hat izledi. Bu bağlamda nesnel koşullar Irak devletinin son hamlesine rağmen gerilladan ve esasta da Kürt Ulusal Mücadelesinden yana elverişli olmayı sürdürüyor.

ÇÖZÜM SÜRECİ TARTIŞMALARI

Newroz’a girerken Kürt Ulusal Mücadelesine dönük kuşatmalar salt askeri operasyonlarla sınırlı kalmıyor. HÜDA-PAR üzerinden dini hassasiyetlerin istismarı ve Kürtleri sisteme yedeklemenin hesabı yapılıyor. KDP ile Irak Kürdistanı’nda yakalanan iş birliği geçmiş dönemin aparatı HÜDA-PAR ile devam ettiriliyor. Bu partinin sözde “Kürdistani duruş “göstermesi de tam da bu politikanın bir ürünü. Diğer yandan burjuva-feodal medyadaki kalemşorlar üzerinden İstanbul seçimleri işaret edilerek, “Kürtler DEM Parti’ye oy verip İmamoğlu’na kaybettirilirse çözüm süreci başlar, tecrit kalkar, kayyımlar atanmaz” söylemleri öne çıkarılıyor. Bu söylemlere Kürt Ulusal Mücadelesinden temsilcilerle kimi yanıtlar ve iyimser beklentiler içeren ifadelerle destek verilse de “ufukta çözüm sürecinin değil” Kürt halkını kandırmaktan öteye gitmeyecek bir politikanın yattığını söylemek mümkün. Özellikle “çözüm süreci” anlayışının özünde ciddi bir tasfiyeyi içerdiği, bugünkü koşulların, baskının ve gerilemenin adımlarının bu süreçlerle atıldığını unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan çözüm süreci tartışmasının da işgal operasyonları hazırlığının da birbiriyle uyumlu olarak Kürt ulusal mücadelesini kuşatmayı hedefliyor. Newroz’un direngenliği, başkaldırı ruhu Kürt ulusuna ilham verecek yegâne yolu gösteriyor. Tarafımızı teslimiyetten yana değil Dehaklara karşı direnişi seçerek, isyan ateşini kuşanarak seçiyoruz. Ulusal kolektif haklarımızı bu yolla kazanacağımız bilinciyle mücadele bayrağını yükseltiyoruz!