Orta Doğu’da Savaş Nereye?

7 Ekim’de Filistin halkından yediği tokatın ardından Siyonist İsrail’in ABD ve AB’nin tam desteği ile Filistin’e yönelik soykırımcı saldırıları ile başlayan savaş tüm şiddeti ile devam ediyor. Gün geçtikçe savaşın bölgeye yayılma ihtimali de artıyor. İsrail’in dünya halklarının tepkisi ve Gazze’de direnişi kıramaması nedeni ile sıkışmışlığı arttıkça savaşı yayma çabası da hız kazanıyor. Siyonist rejim Hizbullah ve hatta İran’ı çatışmanın içine çekerek ABD ve İngiltere’yi de savaşa doğrudan müdahil olmaya zorluyor. Bu hedef doğrultusunda İran’ı kışkırtmak adına birçok saldırıya imza attı. Suriye’de bulunan önemli İranlı komutanları öldürdü, İran içinde bombalar patlatıyor… Bu kışkırtıcı eylemlere İran’ın yanıtı sert oldu. Hamlelerini daha çok müttefikleri ve uzantıları üzerinden yapmakla tanınan İran, bu defa kendi topraklarından ateşlediği füzelerle Suriye’de IŞİD’i, Erbil’de MOSSAD’ı ve Pakistan’da “terörist” olarak tanımladığı Bellucileri vurdu. Son olarak da Ürdün’de müttefikleri aracılığıyla ABD üssüne saldırarak kayıp verdirdi. İran’ın bu hamleleri, İsrail’in patronu ABD’ye verilmiş güçlü bir mesaj niteliği taşıyor. İran ABD’ye, eğer İsrail’i dizginlemezse tüm bölgeyi kasıp kavuracak bir savaş başlayabileceğinin sinyalini verdi. Her ne kadar ABD ve İran şu aşamada Orta Doğu’da bir bölgesel savaş istemeler de gerilimin her an kontrolden çıkacağını gösteren gelişmeler yaşandığı ortada. Bu yazımızda İran’ın İsrail kışkırtmalarına karşı verdiği yanıtların anlamını ve olası sonuçlarını ele alacağız.

7 Ekim tarihinde Filistin Direniş Güçleri Aksa Tufanı eylemi ile Siyonist İsrail devletine tarihinin en ağır darbelerinden birini vurdu. Siyonist rejim buna cevap olarak Gazze’ye yönelik yıkıcı bir saldırı başlattı. Bu saldırının amacı Gazze’yi işgal ederek direnişin altyapısını çökertmek ve orta-uzun vadede Filistin halkını bölgeden sürerek burayı insansızlaştırmak ve ilhak etmekti. İsrail bu hedef doğrultusunda 3 ayı aşkın bir zamandır Gazze’ye havadan ve karadan tüm gücüyle saldırıyor. Soykırıma varan saldırılara rağmen Siyonist rejim bugüne kadar istediğini alabilmiş değil. Gazze’de direniş kırılmadığı gibi verilen askeri kayıplar nedeniyle savaşın maliyeti her geçen gün artıyor. Bu kayıpların ve maliyetin İsrail’in içinde de süregelen tartışmaları ve tepkileri tetikleyeceği bir sır değil. Bunun yanında dünya kamuoyunda İsrail’e karşı artan tepki de Siyonist rejimi sıkıştıran, zorlayan bir faktöre dönmüş durumda.

İsrail’in Gazze’de yaşadığı sıkışıklık arttıkça savaşı genişletme eğiliminin güçlendiği görülüyor. Hizbullah’ı ve hatta İran’ı savaşın içine çekerek çatışmayı bölgeselleştirmeyi hedefliyor. Siyonist rejim, İran’ın savaşa dahil olduğu bir senaryoda hamisi olan ABD ve İngiltere’nin de doğrudan savaşa katılmak zorunda kalacağını hesaplıyor. ABD, her ne kadar Rusya ve Çin’i önceleyen bugünkü küresel politikası gereği Orta Doğu’da savaşın genişlemesini arzulamasa da İsrail’in İran’la karşı karşıya geleceği bir bölgesel çatışmada yüklenmek zorunda kalacağı bir sorumlulukla karşılaşacaktır. Zira ABD, çok iyi bilmektedir ki İsrail’in İran karşısında alabileceği bir yenilgi Orta Doğu’da da hegemon konumunun sonunu getirecek bir senaryodur. İsrail Gazze’de yaşadığı tıkanıklığı aşmak için Batı’dan alacağı desteği artırmak istiyor. Bunun yolunun da İran’ı doğrudan savaşa çekmekten geçtiğini düşünüyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde baş düşmanı İran’ı ABD’ye ezdireceğini hesaplıyor. Bu hedef doğrultusunda İsrail, son aylarda İran’ı kışkırtma çabasına hız verdi. Hizbullah’a yönelik saldırılarını artırdı, Lübnan’da suikastlara girişti. Suriye’de İranlı komutanları öldürdü ve son olarak da Kasım Süleymani’nin ölüm yıl dönümünde İran içinde bombalı saldırı gerçekleştirdi.

İran kendi çıkarları doğrultusunda, ABD-İsrail cephesini zayıflatan 7 Ekim eylemini destekledi. Bu eylem özellikle Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden ve İran’ı izole etmeyi amaçlayan ABD destekli “normalleşme” süreçlerini sabote ediyordu. Bununla birlikte, İsrail’in Gazze’ye dönük saldırılarının ardından İran ve müttefikleri itidalli bir siyaset izledi. İran ve müttefikleri İsrail’in kışkırtmalarına kapılmamaya, ABD ve İsrail ile geniş ölçekli bir çatışmaya neden olacak hamleler yapmamaya özen gösterdi. Sadece ateşkes baskısı yapmak ve prestijini kurtarmak amacı ile uzantıları aracılığıyla İsrail’e ve ABD üslerine yönelik taciz eylemleri ile yetindiler. Bu noktada İran’ın Yemen’deki müttefiki Husiler istisnadır. Husiler dünyanın en stratejik ticaret yollarından biri olan Kızıldeniz’de Batılı şirketlerin gemilerini hedef alarak ABD ve İngiltere üzerinde güçlü bir basınç oluşturdu. İran ve en güçlü müttefiki Hizbullah ise görece pasif kaldılar. İran ve müttefikleri sıcak bir savaşa girmekten çekiniyorlar. Zira İran ABD ambargoları nedeniyle ciddi bir ekonomik bunalım yaşıyor. Suriye halihazırda devam eden iç savaş nedeniyle yıpranmış durumda. Hizbullah da Lübnan da 2-3 yıldır devam eden ekonomik kriz nedeniyle sıkışmış durumda. ABD ve İsrail ile yaşanacak bir savaşı kaldırabilecek bir durumda olmadıklarından dolayı bugüne kadar pasif bir tutum takınmak zorunda kaldılar. Ama İsrail’in son dönemde kışkırtmalarını artırması, Suriye’de, İranlı önemli generallerin öldürmesi, İran içlerinde bomba patlatma cüreti göstermesi, İran açısından bardağı taşıracak damlalar niteliğinde. Bu kışkırtmalara karşı daha etkili cevaplar verememesi halinde İsrail’in çok daha pervasızlaşabileceğini düşündüğü için pasif tutumu terk etmeye başladı. Bu kapsamda önce Erbil, İdlib ve Pakistan’da Belluci bir örgüte karşı doğrudan kendi topraklarından füze saldırıları gerçekleştirdi. Ardından Ürdün’de bulunan bir ABD üssüne müttefikleri aracılığıyla bir İHA saldırısı gerçekleştirerek ABD’nin açıkladığına göre; 3 ABD askerinin ölmesine 30’a yakın askerin yaralanmasına neden oldu. İran bu güçlü yanıtlarla doğrudan İsrail’in patronu ABD’ye mesaj vermiş oldu. Özellikle Pakistan’a yapılan füze saldırıları ve Ürdün’deki üssün vurulması bir gövde gösterisi mahiyetindeydi. Yapılan füze saldırıları ile İran askeri anlamda sergilediği gelişmeyi ABD’ye göstermek istedi. İlk defa ABD’nin müttefiki Pakistan’ı da vurarak bir bölgesel savaş çıkarma kapasitesi olduğunu kanıtlamış oldu. Bu hamleler ile ABD’ye verilen mesaj şudur: “Sen bölgesel bir savaş istemiyorsun, ama İsrail’i dizginlemezsen üzerime çok gelirsen veya Yemen’de müttefikim olan Husilere karşı geniş çaplı bir harekata girişirsen ben de bölgesel bir savaş çıkartmaktan çekinmem.”

Filistin halkının 7 Ekim hamlesi ABD’nin tüm küresel planlamasını bozdu. Zira ABD son yıllarda esas tehdit olarak gördüğü Rusya ve Çin’e yönelmek adına Orta Doğu’daki varlığını azaltmaya başlamıştı. Bu, ABD’nin Orta Doğu’dan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Önümüzdeki süreçte Orta Doğu’daki hâkimiyetini uşakları üzerinden korumayı hesaplıyordu. Bu alan doğrultusunda İsrail ile Arap ülkeleri arasında “normalleşme” süreçlerini başlatarak İran’a karşı bölgedeki uşaklarını bir araya getirmeye başlamıştı. Ne var ki 7 Ekim bu “normalleşme” süreçlerini akamete uğratarak ABD’nin yeniden Orta Doğu’ya yönelmek zorunda kalmasına yol açtı. Çünkü başlayan savaş ABD’nin bölgedeki karakol devleti İsrail’in güvenliğini tehlikeye düşürmüştür ve ABD İsrail’in yenilgisinin Orta Doğu’daki hâkimiyetinin sonu anlamına geleceğini iyi bilmektedir. Bu sebeple ABD, geçmişte defalarca yaptığı gibi İsrail’in Filistin ve Gazze’ye yönelik saldırılarını, yeni işgal planlarını açıkça desteklemiştir. Dünya halklarının artan tepkisi nedeniyle ABD’nin kameralar karşısında verdiği “ateşkes”, “iki devletli çözüm” mesajları aldatmacadan başka hiçbir anlam taşımıyor. ABD’nin gerçekten istemesi halinde İsrail’in Gazze’deki soykırımı sürdürebilmesi mümkün olmazdı.

ABD İsrail’e Gazze konusunda açık çek vermiş olsa da Biden yönetimi İsrail’in savaşı bölgeselleştirme, Lübnan Hizbullahı ve İran’ı da hedef alma isteğine karşıdır. ABD küresel stratejisi gereği şu an tüm gücünü Rusya ve Çin’e karşı seferber etmek istiyor. Önceliği Ukrayna Savaşı ve Tayvan sorunudur. İran’la bir savaşın çıkması halinde Orta Doğu’da yeniden bir batağa saplanacağını ve bunun Çin’e ve Rusya’ya büyük fırsatlar sunacağının bilincindedir. Bu sebeple İsrail’i Filistin konusunda değil ama savaşı yaymaması, İran’ı geniş ölçekli bir şekilde hedef almaması noktasında dizginlemeye çalışıyor. ABD’nin kendisi de bugüne kadar İran’la gerilimi tırmandırmamak adına dikkatli davrandı. Örneğin üslerine yapılan eylemlere ya da Yemen’de Husilerin Kızıldeniz’deki operasyonlarına karşı doğrudan İran’ı hedef almadı, sınırlı saldırılar gerçekleştirdi.

Şunu vurgulayalım, iki taraf savaş istemese de ABD ve İran arasındaki gerilim kaçınılmaz olarak artıyor. İran’ın son saldırıları özellikle Ürdün’deki üsse yaptığı saldırı ABD açısından sınırları zorlayan bir hamle oldu. Savaşın başladığı günden bu yana ABD ilk defa kayıp verdi. ABD’nin buna misilleme yapması kaçınılmazdı. Üs saldırısının hemen ardından ABD’de de Cumhuriyetçi kanat Biden’a Tahran’ı doğrudan hedef alması, İran’a haddini bildirmesi yönünde güçlü bir baskı uygulamaya başladı. Ancak şu aşamada Biden’ın İran’la doğrudan çatışmaya neden olacak bir hamle yapması, Tahran’a saldırması zayıf bir olasılıktır. Nitekim ABD Ürdün’deki üsse yapılan eyleme yanıt olarak Irak, Suriye ve Yemen’de İran Devrim Muhafızları’na ve müttefiklerine ait üslere, tesislere geçmişe oranla çok daha yoğun bir bombardıman gerçekleştirdi. Bu hamle ile birlikte ABD el yükseltmiş, saldırılarının çapını büyütmüş olsa da doğrudan İran kentlerini vurmaması Biden yönetiminin henüz Orta Doğu’da bölgesel bir savaş istemediğini göstermiş oldu.

Bu gelişmeler Orta Doğu’yu adeta bir barut fıçısına çevirmiş durumda. İran’la ABD İsrail cephesi arasında süregiden mücadele bölgedeki dengeleri sarsıyor. Bölge ülkeleri bu mücadelenin gidişatına bağlı olarak pozisyonlarını güncelliyorlar. Örneğin Suudi Arabistan’ın İran ile ABD arasında arabuluculuğa soyunduğu söyleniyor. Zira bir bölgesel savaş, Basra Körfezi’nde istikrarsızlık en çok da Suudi Arabistan’a zarar verir. TC ise bu gerilimden Suriye’de, Irak’ta Kürt Ulusal Hareketine karşı yeni saldırı imkânı yaratmak için faydalanmaya çalışıyor. İran’ın baskı altında olduğunu görüyor ve bunu fırsata çevirerek İran’a en yakın KYB’yi hedef almaya çalışıyor. TC bu ortamda yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için Misak-ı Milli söylemiyle yeni işgallere de hazırlanıyor.

Özetle, 7 Ekim sonrası başlayan savaş bölgedeki tüm taşları yerinden oynatarak büyüklü-küçüklü tüm aktörleri bir mücadelenin içerisine sürükledi.

Nihayetinde 7 Ekim’in ardından Orta Doğu’da gerilim tırmanmaya devam ediyor. ABD ve İran şu aşamada doğrudan bir savaşa tutuşmak istemese de koşullar onları bu noktaya sürükleyebilir. Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki bu gelişmelerin Gazze’de süren soykırımı ve Filistin halkının buna karşı kahramanca direnişini gölgelemesine izin verilmemelidir. İsrail’in amaçlarından birisi de budur. Bölge halklarının tüm gücüyle Filistin halkı ile dayanışmayı büyütmesi elzemdir.