Sağlıkta Önlenemeyen Şiddet

Sağlık emekçilerine yönelik şiddet uzun zamandan beri var olsa da son zamanlarda artış göstererek gündemdeki yerini koruyor. Neredeyse hemen her gün sağlık emekçilerine şiddet uygulanıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin 2020-2022 Çalışma Raporu’na göre doktorların yüzde 84’ünün en az bir kere şiddete maruz kaldığı belirtiliyor. Sağlıkta şiddet oranlarını gösteren Beyaz Kod bildirim sayısının 2020’de 11 bin 942 iken 2021’de 29 bin 826’ya yükselmesi şiddetin ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor. Saldırıya uğrayan emekçilerin şiddeti her zaman bildirmemesi ya da bildirememeleri de düşünüldüğünde şiddet oranlarının daha yüksek olduğu ortaya çıkıyor.

Sağlık sisteminin eksikliklerinin sonuçlarıyla hemen herkes bir biçimde yüzleşirken şiddet bu sorunlar karşısında “kaçınılmaz” bir refleks gibi değerlendirilebiliyor! Her gün farklı hastanelerden gelen darp, tehdit, şiddet haberleri bunu kanıtlar nitelikte. Kimi zaman darp edilen, kimi zaman sözlü şiddete maruz kalan emekçiler kimi zaman da katlediliyorlar. 

Konya’da katledilen Dr. Ekrem Karakaya için sağlık emekçileri geçtiğimiz haftalarda iki gün iş bıraktı. Sağlık emekçilerinin sağlıkta şiddetin önlenmesi, haklarının gasp edilmemesi için iş bırakma eylemi yapmaları yıllardır süregelmekteydi. Meclise sunulan sağlıkta yasa tasarısının iyileştirilmesi talebiyle de yakın zamanda iş bırakma eylemi yapıldı. Ancak son süreçte sağlık emekçilerine yönelik artan şiddet vakaları sağlık sisteminin doğurduğu sonuçlar bakımından teşhir edici oldu.

Uygulanan bu şiddete önlem olarak konu edilen şeyler şiddetin toplumsal ve sisteme bağlı nedenlerini yok etmek amacından daha çok şiddete karşı bireysel savunmanın geliştirilmesinden ya da şiddet eylemlerinde kullanılan aletlerin yasaklanmasından öte pek bir şey içermiyor. Öyle ki bir doktorun olası saldırıya karşı ‘miğfer’, ‘kurşun geçirmez yelek’, ‘elektroşok’ talep etmesi tek tek kişiler nezdinde, belli şiddetleri belki önleyebilir ancak sağlık sisteminin yarattığı sorunlardan doğan şiddet aynı sistem sürdükçe devam edecektir. 

Artan şiddet vakalarına sessiz kalamayan(!) Fahrettin Koca kapı güvenlik sistemi uygulamasının 24 hastanede daha hayata geçirildiğini duyurdu. Bu sistem hastaneye başvuranların girişte aranıp üzerlerinde zararlı cisimlerle hastaneye girmelerini engelliyor. Yine bu uygulama hastaneye giden kişinin şiddete başvurmasına sebep olan koşulları yok etmek için hiçbir çözüm sunmuyor. Sağlık emekçilerine yönelik şiddet her zaman dışarıdan getirilen aletlerle yapılmıyor. Hemşireye bir hastanın ilk başta bağırıp sonrasında vurması üzerine “Ne yapacağım? Vuruyorum” demesi sağlıkta şiddetin sadece dışarıdan getirilen aletlerle yapılmadığını gösteriyor. Şiddet uygulayacak kişilerin daha önceden planlama yapabildiği de göz önüne alındığında mesai saatleri dışında “kapı güvenlik sisteminin” sağlık emekçileri için pek de “güvenli” bir sistem olmadığı, olamayacağı görülüyor. Yine önlem olarak sağlıkta şiddet yasasında değişikliklerin kabul edilmesi darp, tehdit, katledilme tehlikelerinin önüne geçebilecek nitelikte değil. Türkiye’de şiddeti önlemeye yönelik bir sürü yasa var ancak bu yasalara rağmen kadınlar, çocuklar, ezilen kesimler sözlü, fiziksel şiddete maruz kalıyor. 

Sağlıkta şiddet yasasının pratikte karşılığı olmadığını bir hastanenin acil servisindeki sağlık emekçisinin “Yarın dolu geleceğim. Ben vurur yatarım. Yarın geleceğim, görüşeceğiz” şeklinde tehdit edilmesinden bile anlayabiliriz. Kısacası “alınan” ve “alınacak” bu önlemler sağlık sisteminin falsolarına yara bandı niteliğinde bile çözüm olmamaktadır ve olmayacaktır. 

Sağlık politikalarının niteliksizliği şiddetin açığa çıkmasına neden olan ana ögedir. Şiddet uygulayan kişinin eğitimsizliği, şiddete meyilli olması vs. şiddetin uygulanma sebebinin ancak görünen yüzü olabilir. Hasta veya hasta yakınının sağlık emekçilerine şiddet uygulaması kişisel bir sorundan değil sağlık sisteminin çıkmazlarından kaynaklanmaktadır. Sağlık sistemi halkın sağlık sorunlarına yeterince çözüm üretmemektedir; üstelik bu özellik her geçen gün gelişen teknolojiye, tedavi yöntemlerine rağmen gelişmektedir. “Sağlıkta dönüşüm” adı altında uygulanan politikalar bu zamana kadar şiddeti körükleyen önemli ögelerden biri olmaktan öteye gitmemiştir. Koruyucu hekimliğin pratikte neredeyse hiç uygulanmadığı sağlık alanında halk hastalandıktan sonra, acil polikliniklerde tedavi arıyor. Her gün binlerce hastanın bakıldığı acil poliklinikler hem sağlık emekçileri hem de hastalar için yorucu bir ortama dönüşüyor. Az hekimle çok hastaya tedavi hizmeti sunmaya çalışan sağlık emekçileri artan tahammülsüzlük, sisteme karşı memnuniyetsizlik ve iktidar tarafından şiddet söylemlerinin yaygınlaşması sebebiyle hedef haline geliyor. Böylece şiddetin oluşması için tüm koşullar yaratılmış bulunuyor. İyice kısalan muayene süreleri ve bunun üzerine hekimlere performans sistemiyle yüklenen ağır iş yükü halkın sağlık hizmetine nitelikli bir şekilde erişememesine sebep oluyor. Derdine çözüm bulamayıp saatlerce hastane koridorunda beklemek zorunda kalan hastanın sisteme olan memnuniyetsizliği doktora şiddet uygulayarak açığa çıkıyor. 

Sağlık sisteminde sevk zincirinin bulunmaması da polikliniklerde yığılmaya yol açıyor. Koruyucu sağlık hizmetlerinde temel basamak olması gereken aile hekimleri önleyici değil tedavi edici hizmet sunmakla sınırlı tutuluyor. Aile hekimleri diğer hekimlere verilen eğitimden muaf tutularak ilaç yazdırılan yer haline dönüşüyor. Sevk zincirinin geçerli olduğu sağlık sisteminde ise aile hekimlerinin işlevi artırılıp hastanelerdeki yığılmanın önüne geçilmesi sağlanıyor.

Sağlığın metalaştırılması, şehir hastanelerine milyarlarca liralık bütçe ayrılması, 1. basamak sağlık hizmetlerine ayrılan bütçenin düşürülmesi, halk sağlığının hizmet değil ticaret alanına dönüştürülmesi, sağlık emekçilerinin artan iş yüküyle ödeneklerinin erimesi egemenlerin sağlıkta dönüşüm olarak sundukları tablonun özetidir. Bu politikaların hepsi emperyalist sermayeye uyum sağlama amacıyla hayata geçirilmektedir. Egemenlerin derdi halk sağlığı değil buradan kazanacağı kârdır. Halk sağlığı sorunu sömürü ve kâr alanına dönüştürülmüştür.

Kuşkusuz halk sağlığı sorunu devrimden bağımsız bir sorun olarak ele alınamaz. Çalışan ve çalışmayan her kesimin sağlık güvencesinin olduğu yani tüm sağlık hizmetlerine erişimin ücretsiz sağlandığı, sağlığın kâr alanı olarak görülmemesinden kaynaklı koruyucu-önleyici politikalarla hastalığı oluşturan koşulların azaltıldığı, bilimsel eğitimle hem sağlık sisteminin iyileştirildiği hem de toplumda sağlık emekçilerine yönelik bakışın değiştirildiği bir sistem mümkündür. Şiddet ancak bu şekilde önlenebilir. Sosyalizmi inşa etmiş ülkeler olarak Sovyetlerde ve Çin’de gördüğümüz gibi sağlık sistemi halk için sağlık haline geldiği zaman halka hizmet edip sorunlara çözüm olacaktır.