Umut, İşçinin Üreten Gücünde

Asgari ücretin tespiti tartışmaları ile başlayan 2024 yılının ilk üç ayını geride bıraktığımız şu günlerde ana akım burjuva-feodal medyada yerel seçim gündemi hâkim olsa da Türkiye işçi sınıfının temel gündemini ekonomik kriz ve geçim sıkıntısı oluşturmaya devam ediyor. Sömürü düzeninin beceriksiz ekonomik politikaları ile ortaya çıkan ekonomik kriz, bölgesel istikrarsızlıklar ve savaş durumu ile derinleşmiş, 2007 yılından bugüne süreklilik arz eden bir görünüme bürünmüştür. AKP iktidarının ekonomiyi düzeltmek için açıkladığı programlara rağmen enflasyon artmaya devam etmekte, işçi ve emekçiler büyük bir hızla yoksullaşmaktadır. TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyonun çarşı ve pazarda çarpı iki oranında hissedilmesi, ücretli çalışanların alım gücünün hızla düşmesinin yarattığı mevcut koşullarda ülkenin dört bir yanında ekonomik ve demokratik temelli eylem, grev ve direnişler yaşanıyor.

Sendikalı iş yerlerinde yürütülen toplu sözleşme süreçleri ile ilan edilen yasal grev karar ve uygulamaları bir yana, son dönemde genel kamuoyuna yansıyan, emek gündeminde yer eden pek çok sınıf hareketinin kendiliğinden karakterde olduğu önemli bir olgu olarak önümüzde duruyor. Kendiliğindenci mücadele örnekleri sınıfsal öfkenin açığa çıkardığı en temel pratiklerdir ve yüzyıllardır öğretici olma özelliğini korumaktadır. Kendiliğinden mücadele kısa süreli olsa da yapısı gereği süreklidir ve işçi sınıfının pratik hafızasını besler. İşçiler pratik içinde öğrenir ve örgütlenirler. Bazen bir iş yerinde, bazen bir fabrika havzasında, bazen bir iş kolunun tümünde bazen ise farklı iş kollarındaki tüm işçiler sınıfsal öfkelerini kendiliğinden pratiklerde açığa çıkarırlar. Bu pratiklerin temel özelliği kestirilemez olmaları ve hızla yayılabilmeleridir. Bu özelliklerin tümünü güncel olarak Urfa-Antep işçi havzalarındaki eylemlerde görmekteyiz. Bunun yanında hareketin kendiliğinden ve ekonomik temelli olması pratiğin devrimci bir özellik taşıdığı gerçeğini değiştirmez. Onun ilerici olmadığı anlamına gelmez. Eylem ve hak alma pratiklerinde, hareketin devamlılığı ve kazanıma evrilmesi ise pratiğe yön vermekten geçmektedir. Kendiliğinden karşı duruşlar örgütlenmeye alan açar ve işçi sınıfının niceliksel olarak büyümesine ve sınıf bilincini kuşanmasına olanak sağlar. Emeğin ekonomik olarak özgürleşmesinin politik biçim alması için ise niceliksel gelişmeyi, niteliksel gelişmenin takip etmesi gerekmektedir. Sınıf bilincini kuşanan sınıf devrimcilerinin, sınıf önderlerinin, öncü işçilerin ortaya çıkaracağı taban örgütlenmeleri ile kendiliğinden hareketler yerini sürekli sınıf mücadelesine bırakacaktır. Bu bağlamda sınıflar tarihinde bu ihtiyacın sonucu; işçilerin kendi öz örgütlülükleri ve kurumları olarak sendikalar ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkış koşulları ve varlık anlamları bir yana güncelde sendikaların sınıf mücadelesine ne kadar katkı sundukları, işçi sınıfının güncel ihtiyaçlarına ne kadar kifayet ettiği sorusu gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır. Her şeye rağmen sendikaların halen en etkin örgütlenme aracı olduğuna vurgu yaparak bugün Türkiye’de çok az bir kısmı hariç sendikalar ve sendikacıların konformist tutum ile çoğu kez sermayenin sınıf içindeki ajanları şeklinde hareket ettiği gerçeğini unutmamak ve her mücadele süreci öncesi, esnası ve sonrasında hatırlamak faydalı olacaktır. Kitabın birinci sayfasından söylemek gerekirse sınıf mücadeleleri tarihinde kavga kimi zaman açık, kimi zaman örtük ama sürekli, çelişki ise uzlaşmaz özelliktedir.

Her sınıf kendi tarihinden öğrenir. Bu noktada burjuvazinin işçilerin mücadele pratiklerinden öğrendikleri taktiklere karşı taktikler de kendi tarihlerinden öğrendikleridir. Sendikaların işçileri satacağı mesajı patronlar tarafından her vesile ile yeniden üretilerek, işçi sınıfı içerisinde kendi kurumlarına karşı güvensizlik, fabrikada aynı bantta birlikte çalıştığı işçi arkadaşına karşı kuşku tohumları ekilir. Alt kimlikler kullanılır vb. şeklinde hepimizin bildiği bu durum detaylandırılabilir. İşte son dönem işçi hareketlerinde bu noktada bir başka arayış da “işçilerin yanında saf tutacak ve güvenilebilecek sendika” arayışı olgusudur. Patronlar için en iyi fabrika sendikanın, örgütlülüğün olmadığı fabrikadır. Eğer bu mümkün değilse kontrol edebilecekleri sendikalara işçileri yönlendirirler. En kötü senaryo ise işçilerin sendika seçme özgürlüğü kapsamında istedikleri sendikaya üye oldukları ve kontrolleri dışındaki süreçlerdir. Son dönem işçi mücadelelerinden; Özak Tekstil, Agrobay Seracılık, Lezita örgütlenmesi, RC Endüstri Ulaşım Araçları ve Borusan Lojistik’te devam eden süreçlere bakarsak bahsettiğimiz olguların tümünü bu mücadele örneklerinde görebiliriz.

Kapitalistler ve onların güdümündeki devlet için işçi sınıfının istekleri ile şekillenen her girişim tehlikelidir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi olarak işçi sınıfını en tehlikeli sınıf olarak kodlamış ve tehdit algılarını buna göre şekillendirmiştir. Bundan dolayı kontrol dışındaki her hareket, kıvılcımla başlayan büyük yangınlar hâkim sınıfların korkularını açığa çıkarır. Bu sebeple bu tür girişimlere karşı “ibreti alem için” uygulamalar orantısız şekilde devreye sokulur. Polis, “hukuk!”, burjuva-feodal medya, işçi sınıfı içinde konumlandırılmış iş birlikçilerin hepsi müthiş bir uyum içerisinde korkuyu ve umutsuzluğu örgütlemeye girişirler. İzmir’de hakları için direnen Lezita işçilerine yönelik saldırı bunun bir göstergesidir.

Tüm Türkiye’nin gözü önünde daha iyi koşullarda çalışmak ve insanca yaşanacak bir ücret için mücadele veren Özak Tekstil işçilerinin mücadelelerine öncülük eden BİRTEK-SEN’e Çalışma Bakanlığı tarafından kesilen 1.5 milyon lira tutarındaki ceza bunun örneğidir. Özak Tekstil’de çalışan işçilerin daha iyi bir sendika talebiyle başka bir sendikadan istifa ederek BİRTEK-SEN’e üye olması, Özak Tekstil patronunun bunun üzerinde sendika değiştiren işçileri işten atması ile başlayan direniş ülke gündeminde yer edinmişti. İşçilerin bu taleplerinin ülke kamuoyunda geniş yer bulması buna cüret edenlere karşı sistemin bir cezalandırma mekanizması işletmesi için yeterli oldu. Sendikalar yapısı gereği demokratik kurumlardır ancak ülke demokrasisindeki çürüme ve erozyon ile paralel sendikalarda da anti demokratik tutumların yaygınlaştığı süreçler dünden bugüne var olagelen bir gerçekliktir. İşte demokratik kanalların tıkandığı çoğu durumda işçiler alternatif olarak sendika seçme hakkını kullanarak mücadeleyi sınıfın çıkarına sürdürmek isterler. Bugün BİRTEK-SEN’e kesilen ceza mesaj olarak; alternatif sendikacılık ya da sendikalar arayan işçi sınıfına “sakın ha, bakın sonunuz böyle olur” demektir. Yakın geçmişte; TÜMTİS şube yöneticilerine sendikal örgütlenme yaptıkları için verilen hapis cezası, 6356 Sayılı Sendikalar Kanunu ile iş kollarının yeniden düzenlemesi adı altında mücadeleye yakın sendikaların ülke barajı sorunu ile karşı kaşıya bırakılması, yine iş kolu barajını geçse dahi sözde yasal engellerle toplu sözleşme yetkisi gasbedilen PTT-SEN deneyimi işçi sınıfına yönelik “ibreti alem için” uygulamalarının birer örnekleri olarak okunmalıdır.

PEKİ NE YAPMALI?

Yazıda değindiğimiz gibi sınıflı toplumlar tarihindeki mücadele, sürekli ve uzlaşmaz doğasında dün olduğu gibi bugün ve yarın da devam ediyor olacak. Burjuvazinin işçi sınıfının karakterini analiz eden ve işçi mücadelelerini boşa çıkarmaya dönük stratejilerini bertaraf etmek ve kavgayı yükseltmek için temelde işçi sınıfının kendi tarihinden ve pratiklerinden sürekli öğrenmeye ihtiyacı var. İşçi sınıfının deneyimleri bu anlamda zengin ve pratikleri her sorunu aşacak derecede çeşitlidir. Sendikalara ve sendikacılara güven az olsa da amaç-araç ilişkisi olarak sendikaların bir araç, sınıf mücadelesinin ise esas amaç olduğu unutulmamalıdır. Araca atfedilen anlam hiçbir zaman amacın önüne geçmemelidir. Bu noktada tarihimizdeki iş yeri, fabrika ve havza komiteleri işçiler tarafından bir mevzi olarak görülmelidir. İşçilerin mevcut ekonomik kriz şartlarında verdikleri her boyuttan mücadele desteklenmeli, işçiler arasındaki dayanışma ruhunu pekiştirecek imkânlar öncü ve devrimci işçiler başta olmak üzere tüm işçiler tarafından yaratılmalıdır.

Sendikaların işçilerin olduğu bilinci ile iş yeri temsilciliklerinden şubelere, bölge başkanlılarından genel merkezlere uzanan şekilde “Neden birlikte mücadele edilmiyor?” sorusu sürekli olarak sorulmalıdır.

İşçi sınıfı var oldukça umudu ve mücadeleyi örgütlemeye devam edecektir