Kobanê kumpas davası sonuçlanmasının ardından belli pratik kazanımları, kayıpları ve çelişkileri üzerinden değerlendirmemiz gerekiyor. Tartışmayı bu eksenle ele alırsak fazla detaya boğulmadan meselenin geçmişini ve sınıfsal özünü konu edeceğiz.
2014 yılında IŞİD’in Kobanê saldırısıyla başlayan süreç ve beraberinde gelişen halk direnişi Kürt Ulusal Hareketinin de öncülüğünde bir serhıldana, adeta bir ulusal kurtuluş davasına, hatta dünya demokratik hareketinin cephe savaşına dönüştü. Gün geçtikçe büyüyen serhıldan başta Kürdistan’ın dört parçası olmak üzere ve geniş demokratik kesimin katılımıyla da dünya kamuoyunda büyük bir yankı buldu. Tüm dünya gericiliğinin ürettiği bir mekanizma, kullanışlı aparat olarak karşı durulan ve bu direniş karşısında yenilgiye uğrayan yalnızca IŞİD olmayacaktı. Tıpkı IŞİD gibi kendini emperyalistlerin bölgedeki genişleme politikalarına sadık bekçileri olarak konumlandıran, uşaklıkta yeminli TC de bir yenilgi ile, Kürt ulusunun zaferi ile birlikte kaybeden olarak anılacaktı.
Meydanlarda “Kobanê ha düştü ha düşecek” narası atan Erdoğan ve faşist TC cephesinde kaygı uyandıran en önemli meselelerden biri Rojava’da Kürt ulusu lehine bir kazanımdı. Bu kazanımın Türkiye Kürdistanı’na da yayılması ve TC’nin hâkim olduğu pazardaki Türk gericiliğinin menfaatlerinin baltalanacak olmasıydı. İşte bu kaygı TC’nin bu dönemdeki politikalarını belirleyen esas neden oldu. Kobanê’nin özellikle Türkiye Kürdistanı’ndaki önemini gören TC buradaki demokratik kazanımı önlemek için bir çabaya girişti. Bunun için yapabildiği şey Kürt ulusal ve demokratik direnişini desteksiz bırakmak oldu. Türkiye’deki Kürt hareketini etkin bir karşı koyuşa sürükleyen de bu tutum oldu. Kobanê serhıldanına yönelik bu haince tutuma karşı Türkiye’de başta Kürt demokratları, ulusal direnişçileri olmak üzere binlerce kişi Kobanê direnişini büyütmek, bu onurlu direnişi sahiplenmek için ayaklandı. Faşist TC tüm gücüyle direnişi bastırmaya çalıştı. Hatta paramiliter güçlerini de direnişi kırmak için kullandı. Bunu Kürt ulusunun kazanımları üzerine kurmuş oldukları çöktürme planının bir parçası haline getirmek meselesinde herhangi bir beis görmedi.
TC’nin direnişi kırmaya yönelik gerçekleştirmiş olduğu saldırılar sonucunda onlarca kişi katledilmiş, yaralanmış ve yüzlerce insan tutsak edilmiştir. Ama ne emperyalistler ne de onların iş birlikçileri emellerine ulaşabildi ve Kobanê direnişi zaferle sonuçlandı. “Çözüm Süreci” adı altında Kürt Ulusal Hareketinin kazanımları denetim altına alınmış, tıpkı göstermelik Batı demokrasisinde olduğu gibi reform adı altında Kürt ulusunun kültürünü, dilini ve tarihini kendisine propaganda malzemesi haline getirdi. TC, 7 Haziran seçimleri sonrasında, seçimde yaşamış olduğu hezimet karşısında sözde barışmak istediği Kürt ulusuna eşine ender rastlanır bir saldırıda bulunarak bir kez daha demokrasinin halk lehine sonuçlarına karşı acizliğini sergiledi. Çözüm süreci olarak inşa edilen süreçte belirgin bir biçimde kazanımlar sağlayan Kürt Ulusal Hareketinin reformist ve uzlaşmacı politik hattına dahi tahammül edemeyecek kadar aciz bir faşist devlet gerçekliğiyle karşılaşıldı. Uzlaşmacı retorik bir anda aşırı saldırgan bir milliyetçi retoriğe evrildi. Faşizm kavramına mesafe koyanlar bir kez daha “hayal kırıklığı” yaşadılar. Kürt ulusal direnişini kriminalize etmek için temeli 2014 MGK toplantısında tartışılan, “çöktürme planı” adını verdikleri inkâr ve imha politikalarına bir yenisini ekledi. Halk üzerinde açık terör eylemleri gerçekleştirildi. Bu inkâr ve imha siyasetinin bir sonucu olarak pek çok HDP üye ve yöneticisi tutuklandı. Bu tutuklamalara gerekçe ise Kobanê direnişinin haklı isyanıydı!
Egemenlerin ve iş birlikçilerinin Kobanê hezimeti sonrasında ortaya konan bu saldırılar IŞİD’in intikamını alırcasına azgınlaşmıştır. Geçtiğimiz günlerde görülen Kobanê kumpas davasının karar duruşması sonrasında mevcut hukuka, yasalara rağmen verilen 400 yıla aşkın cezalar bunu en net bir biçimde göstermiştir.
Bu sürecin bize göstermiş olduğu başka bir gerçeklik ise sistem içi reformist uzlaşmacılıkla yenilebilecek herhangi bir gerici gücün olmadığıdır. Gericilik yenilgiyle karşılaştığında devlet olanaklarını en ileri derecede kullanmaktan asla çekinmediğini, onu engelleyebilecek yegâne güç olarak emperyalizmin de bu gericiliğe açık ya da gizli destek vermekten başka bir yola girmediğini gördük. Amaçlanan bir kazanım için ülkenin içinde bulunduğu sistemin ve sosyoekonomik yapının doğru tahlilinin zorunluluğudur. Faşizmi, salt “saray faşizmi” olarak ele almak faşist ideolojinin hakiki yönünü kavrayamamak, beraberinde ortada gerçekliğe dair bir tahlil ya da bir tez olmadığını gösterir. Faşizm bir bütün olarak TC’nin kuruluşundan itibaren onun bir gerçeğidir. Bu yüzdendir ki Kürt ulusunun sistem içi kazanımlarına dahi ortaya konan tahammülsüzlük karşısında çözüm reformist uzlaşmacılıkta değil ancak ve ancak Halk Savaşının zaferi ile nihai kazanım elde edilebilecektir.
Şimdi de meselenin başka bir yönüne değinelim. Kürt Ulusal Hareketinin güncel meseleye karşı ortaya koymuş olduğu konumlanış da belli birtakım şeyleri anlamlandırmak açısından önemli bir yerde duruyor. 7,5-8 yıllık tutsaklık sürecinden sonra tahliye edilen Sebahat Tuncel ve Gültan Kışanak’ın “hak-hukuk, adalet” taleplerinin, bunun yanında hâlâ “barışa” ve bu barış sonucu kazanılacak bir sözde özgürlüğe dair ısrarın dün olduğu gibi bugün de gerçekçi olmadığını göstermiştir. Kobanê kararlarıyla anlatılmak istenen gayet açıktır. Asıl tutsak edilmek ve yok edilmek istenen Kürt ulusunun iradesidir. Asıl kurtuluş yolunun; halkın iradesine, çıkarlarına dayanan devrimci yolun propagandasını yapmak yerine meselenin sınıfsal yönünü görmezden gelen, faşizm gerçeğini ıskalayan, ulusal sorunun özünü karartan tutumları içeren uzlaşmacı tavırda diretmek kaçınılmaz olarak inisiyatifi egemenlere bırakmak olmaktadır. Oysa her türden devrimci talep gibi demokratik talepler de egemenlerin inisiyatifine bırakılmayacak denli onların sonunu getirir. Bunun farkında olan egemenlerin tamamen gerici olmaları kaçınılmazdır. Demokratik gelişmelere tahammül edememelerinin gerisinde halk inisiyatifinin yıkıcı gücü vardır. Suriye Kürdistanı’ndaki (Rojava) seçim sürecini dahi bir suç unsuruna dönüştürmek isteyen TC için demokrasi kendi gerici-feodal ve iş birlikçi düzeninin bekasından ibarettir. Bundan çıkacak tek sonuç vardır: Faşizm…
Kobanê davasındaki gerici tutumun temelinde açıkça faşizm bulunmaktadır. Faşizmi nasıl yenebileceğimizin tarihsel deneyimleri bugün çok daha fazla konumuz olmalıdır. Kuşkusuz tarihsel deneyimlerin kazanımı bir yere kadardır. Daha fazlası günün deneyiminin kavranmasıdır. Kobanê yargılamasına karşı halkın özgürleştirici eylemine hız kazandırmak, asla bıkmamak, doğru fikrin ve politikanın gücüne inanmak ve eylemde yürekli davranmak hareketimizin asli özelliği olmalıdır. Geleceği kuracak iradenin halka dayanan irade olacağından asla şüphe duymamak gerekir.
Neye karşı savaşılacağı bilinmiyorsa kime karşı savaşılacağı meselesi de çözümsüzlüğe mahkûm bir süreci kuşkusuz beraberinde getirecektir.
Hapsedilenlerin “içeriden alınması” onların devrimci, ilerici, faşizme düşman fikirlerini halka mal etmekle mümkündür. 1 Mayıs tutsakları gibi Kobanê tutsakları için de geçerli bu tutumu politikamızın, örgütlenmemizin, propaganda ve ajitasyonumuzun temeli yaparak hareket edeceğiz. Yenilgi, gerileme hali sadece fiziki olarak mümkündür. İdeolojik ve politik olarak devrimci tutum, demokratik tutum ve daha da ilerisi komünist tutum yenilmez. Başkan Mao’nun açıklığa kavuşturduğu gibi halkın tarihsel yasası “yenilmek, yenilmek, gene yenilmek, ta ki kazanıncaya kadar”dır. Bu zayıf ve güçsüz devrimci hareketin tarihsel sürecinin yasalaşmış kuralıdır. Yenilgiden öğrenerek ilerlemek bu sürecin özne tavrıdır. Halkın kazanmaya muktedir olduğu gerçeği ise bu sürecin objektif durumudur.
Güçlü bir irade için halkın tarihsel yasasına sadık kalalım. 1 Mayıs tutsaklarına, Kobanê tutsaklarına yalnız olmadıklarını hissettirelim…