Proleter Dünya Devriminin Koşulları ve Komünist Sorumluluk- III

Önceki yazı: Proleter Dünya Devriminin Koşulları ve Komünist Sorumluluk-II

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Yazıyı dinle “]

Proleter Dünya Devriminin komünist hareketin, dolayısıyla enternasyonalin de temel görüş açılarından birini oluşturduğu üzerinde durduk. Bu, dünya devrimi bakış açısının içerdiği ilkeleri ve tezleri sürekli olarak inceleme konusu yapmak gerektiğine işaret eder. Ülke devrimlerini dünya devriminden ayrı değerlendirmek, kavramak mümkün olamayacağı gibi dünya devrimini de ülke devrimlerinde somutlaştırmadan geliştirmek mümkün olamaz. Proleter Dünya Devrimi tartışmalarındaki içerik bu bakımdan her zaman günceldir, inceleme ve tartışma yoluyla pratik karşılığı üzerinde önemle durulmalıdır.

Dünya devriminin birinci koşulunun ülke devrimlerinin kavranması ve geliştirilmesi olduğunun altını çizdik. Bunun bir ilke olduğunu komünist hareketin tüm tarihi açıkça göstermiştir. Ülke devrimini ihmal edenler, küçümseyenler, erteleyenler her zaman için Proleter Dünya Devrimine zarar vermişlerdir. Dünya devrimini ileriye değil, geriye doğru çekmişlerdir. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı (EPS) sürecinde “anavatan savunması” ile kendi burjuvazilerini “diğer” emperyalistler karşısında destekleyen, bu yolla “kendi devrimleri”ni olanaksızlaştıran “sosyal demokratlar” bu politik suçun sorumlusu olarak komünist hareket tarafından cezalandırılmış, hareketin dışına itilmişlerdir.

Benzer içerikteki suçun Troçki ve ondan farklı olmayan Zinovyev, Kamanev vs. tarafından da işlendiğine önceki sayılarımızda değindik. Lenin’in “barış içinde bir arada yaşama” tezinin, Mao’nun “üç dünya” analizinin revizyonistlerce çarpıtılarak içerik olarak aynı komünist harekete karşı aynı politik suçun işlenmeye devam ettiğini açıkladık. Bunlar, komünist hareket içindeki sürekli mücadelenin belirginlik kazanmış biçimleri olarak gerçekleşmiş ve hepsi daha yüksek birlik yolundaki adımlarla (revizyonist çizginin tasfiyesinde birleşme) tamamlanmıştır.

Peki bunların ve değinmediğimiz aynı içerikteki suçların ortak özellikleri nelerdir? Komünist çizgiye karşı saldırıların ortak özelliğini kavramak bize sürekli olası aynı mücadelede deneyim ve birikim kazandıracağından bu konuda net bir anlayış belirlemek zorunludur.

Enternasyonalizm

Proleter dünya devrimini enternasyonalizmin sacayaklarından biri olarak tartışmaya başladığımızda bunun ülke devrimlerinde somutlaşan, ancak ülke devrimleri bağlamında gelişebilecek bir bakış açısı olduğuna dikkat çektik. Bu bir ilkedir. Bu ilke ile yola çıkıyoruz. O halde bunun üzerinde önemle durmalıyız.

Komünist hareketin başından itibaren enternasyonal bir nitelik taşıdığı şüphesizdir. Marks ve Engels Avrupa devrimine odaklı bir pratik çalışma yürütmüş olsalar da bakış açılarında dünya devriminin olduğunu kimse inkâr edemez. Nihayetinde sosyalizme en yakın ülkeler işçi sınıfının görece gelişkin olduğu, kapitalist üretimin en ileri aşamada olduğu ülkelerdi ve buralarda sosyalist devrim nesnel koşullara sahipti. Onlar bu kıtadaki devrimi Proleter Dünya Devrimi için temel eşik olarak gördüler ve değerlendirdiler. Benzer bir atılım Birleşik Devletler’de söz konusu olduğunda dikkatlerini buraya yoğunlaştırmaktan geri durmamaları; Rusya’da sosyalizme eğilimin yükselmesini, ekonomik koşulların geriliğine rağmen sosyalizme hangi yoldan gidilebileceği, ülkenin somut koşullarını da konu ederek proleter devrimin buralarda gelişebileceği hakkında olumlu fikirler öne sürmeleri onlardaki Proleter Dünya Devrimi bakış açısının göstergeleridir.

Bu anlayışın ilerleyen zaman içinde nasıl geliştiğine dair genel değerlendirmeler sunduk. Bu konuda başlangıca dönerek ilkenin “tartışmalı” yönlerini, başka bir ifadeyle “kendindeki çelişki”yi ortaya koyalım. Bu yöntemle meselenin bilimsel analizi için bir yol almış olacağız.

Bilindiği üzere komünist hareket işçi sınıfının varlığında, dolayısıyla kapitalizm şartlarında bilimsel bir içerik kazanmıştır. Komünizm ancak öznesi olan işçi sınıfında somutluk kazanan bir idealdir. Öznesi olmayan bir ideal için söylenebilecek en net şeylerden biri böyle bir ideal kurmanın idealizm olacağıdır. Komünal yaşamın bir ideal olarak, toplumsal şartlardan bağımsız olarak düşünüldüğünü, tasarlandığını biliyoruz. Hatta bunlardan hareketle bilimsel olarak ortaya konmuş komünist fikrin “çalıntı” bir fikir olduğu bile ileri sürülmüştür. Oysa, ne komünist toplum kurguları komünist hareket tarafından reddedilmiştir ne de komünist toplum fikrinin sadece Marks tarafından ileri sürüldüğü söylenmiştir. Marks bu fikrin kimi olmazsa olmaz nesnel dayanaklarını ortaya koymuş, tarihi bilimsel olarak açıklamış ve komünizmin de tarihsel ilerlemenin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu göstermiştir. “Kaçınılmazlık” tespitinin tartışmalı olduğunu hatırlatalım. Ancak şunu ifade edelim: bu tartışmalı konuda Marks ve Engels’in tutumu temelde yanlış değildir. Tarih bilimine henüz giriş söz konusuyken bu bilimin katılık göstermesi, dayandığı yasaların anlaşılması bakımından keskin belirlemeler içermesi normaldir. Engels’in bunu “çubuğun ekonomiye doğru abartılı bükülmesi” olarak tarif ettiğini hatırlatalım. Ekonomi temelli tarih açıklamasında belirleyici öğe olarak ekonomiden söz edilmesi tartışılır bir durum olarak yorumlanamaz. Oysa Marks da Engels de her şeyin ekonomi tarafından belirleneceğini değil, son kertede ekonomi tarafından belirlendiğini ileri sürdüler. Bunun “son kertede” yanlış olduğu ileri sürülemez. Marks ve Engels’ten sonra komünist hareketin bu meseleyi önemli derecede somutlaştırdığını, açıkladığını, pratik olarak da proleter devrim lehine, komünizm lehine çözümlediğini biliyoruz. Nihayet Büyük Proleter Kültür Devrimi bu gelişimin zirvesidir. İdeolojinin, siyasetin, teorinin belirleyici özelliğine dair bu büyük devrimde önemli deneyimler meydana gelmiştir. Bu deneyimler komünistlerin önderliğindeki kitlelerin muktedir olduğu yaratıcılığı göstermiştir. Bugün bu deneyimlerin göz ardı ediliyor, küçümseniyor oluşu insan toplumunun bilincini bir süre zayıflatabilir; fakat bunların yaşandığı bir gerçektir ve gerçek yok sayıldığında da gerçektir ve tüm varlıklarda etken olmayı sürdürür.

Ekonominin tarih bilimindeki bu konumu tartışmamız bakımından da belirleyicidir.

ENTERNASYONALİZMDE  ULUSALLIK

Ulus kavramının kapitalizm ile zamandaş olduğu bilgisi Marksistler kadar ekonomi bilimi ile uğraşanlar için de yabancı olunan bir bilgi değildir. İlk defa Kautsky’nin ifade ettiği gibi ulus devlet burjuvazi için en uygun devlet biçimi olarak gelişti. Bu “denk” geldikleri için değil kuşkusuz, burjuvazinin ihtiyaç duyduğu devleti yaratmasından, burjuva ekonomisinin gerektirdiği siyasi yönetimin, silahlı denetimin, yargının gerçekleşmesinden ötürü böyle olmuştur. Ulusçuluk burjuvazinin durup dururken, düşünme yoluyla keşfettiği bir olgu, dolayısıyla bir kavram da değildir. O, burjuva ekonomisinin gelişimine uygun olarak ortak bir dilin konuşulduğu, başka belli ortak özelliklere de sahip insan topluluğunun yarattığı, tabi olduğu pazarın bir ürünüdür. Feodal toplumların dağınık örgütlenmesi söz konusu pazarın etkisiyle merkeziyetçi yapısı güçlü bir örgütlenmeye evrildiğinde devlet de buna göre şekillendi.

Özetle ulusçuluk kapitalist üretimin kendiliğinden, bu anlamda kaçınılmaz bir olgusudur.

Ulusçuluk gibi işçi sınıfı da kapitalist üretimin bir ürünüdür. İşçi sınıfını kapitalist üretimden ve kapitalist üretimi de işçi sınıfından ayrı ele almak, tanımlamak ve hatta sonuna kadar var kılmak olanaksızdır. İşçi sınıfının komünizmle son bulacak varlığı kapitalizme içkin olan değer kategorisinin sosyalizmin ileri aşamalarında yok olmasıyla açıklanır. Değer üreten emek gücü olarak işçi sınıfı kapitalist üretimin temel gücüdür. Emeği sömürülen işçi sınıfının ürettiği değerler toplamı tüm kapitalizmin dayandığı temeldir. Varlığı kapitalizmin dayandığı temelin nedeni olan işçi sınıfı uluslaşmanın da dinamik unsurlarından biridir. Elbette uluslaşmada öncü güç, tüm teorik donanım ve devrimci rol esas olarak burjuvaziye aittir. İşçi sınıfı uluslaşmanın olmazsa olmaz güçlerinden biri olmakla birlikte aynı zamanda onda kendi öncü rolünü de bulan, tarihteki yeni bir sürecin koşullarını da bulmuştur.

Ulusçuluk meydana geldiği andan itibaren işçi sınıfına yabancı bir kategori değildir. Aksine ulusçuluk işçi sınıfının tarihteki “muhteşem” devrimci rolünün koşullarını hazırlayan bir kategori olmakla birlikte işçi sınıfının varlığına, gelişimine katkı verdiği bir süreçtir. Tüm ulusların tarihsel öykülerinde işçi sınıfının bir yeri olmuştur. Bu sadece bir yönlendirme politikasının ürünü değildir; aynı zamanda bir gerçekliktir. Çünkü ulus olmakta odak noktası olan ortak pazarın gerçekleşmesindeki rolü dışında işçi sınıfı ulusun “düşmanlarına” karşı savaşımda da olmazsa olmaz bir rol oynamıştır. Bu nedenle uluslaşma öykülerinde üreten güç olarak işçi sınıfı başat unsurlardan biri olmuştur.

Ulusçulukta işçi sınıfının büyük rolü, burjuvazinin işçi sınıfından yararlanmasının, bu anlamda oportünizminin bir sonucu olmaktan çok fazlasıdır. İşçi sınıfı ulusçulukla birlikte gelişmiş bir sınıftır. Buradaki ilişki diyalektik yöntemle irdelendiğinde, ki bu bilimsel olandır, işçi sınıfı “faydalanılan” bir güç olmaktan çok bu süreçten faydalanan da bir güç olmuştur. Nihayetinde kapitalizm kendisini yok edecek sınıfı yaratmıştır!..

Bu noktayı özellikle vurgulamamızın bir nedeni var. Çünkü ulusçuluk ile komünist hareket arasındaki diyalektik ilişkinin anlaşılmasını amaçlıyoruz. Komünist hareketin kapitalizm gibi, başka bir açıdan ifade edersek eğer işçi sınıfı gibi belli bir ulusun içinde gerçekleşmesi ve uzunca bir süre bir ulusa ait görünmesi onun enternasyonal karakteriyle açıktır ki çelişmelidir. Komünist hareketin çelişmesi olarak formüle edilmesi gereken bu durum doğaldır ve hatta kaçınılmazdır. Şunu söylemeliyiz ki komünist hareket enternasyonal olmakla birlikte ulusaldır. Ulusallık onun zamanla kaybolacak özelliği, enternasyonalizm ise onun zamanla tamamlanacak özelliğidir. Tamamlanan her şeyin aynı zamanda sonlandığını da belirtelim…

Komünist partisinin bir ülkede kurulmasının enternasyonalin örgütlenmesine bağlanamayacağını, ulusal ölçekte kurulan her komünist partisinin aslında enternasyonali gerçekleştirdiğini ilk yazılarımızda açıklamıştık. Komünist partisi kurma görevinin bir enternasyonal örgütlenmesine kadar ertelemek Proleter Dünya Devrimine kadar ülke devrimini ertelemekle aynı gerici anlayışı içerdiğini savunmuştuk. Proleter Dünya Devrimi bakış açısında olmanın ulusçuluk ile enternasyonal olmak arasındaki diyalektik ilişkiyi kavranmakla ilgili olduğunu ileri sürerek gene aynı noktada olduğumuzu ve bu noktadan hareket ettiğimizi belirtiyoruz.

Bu diyalektik ilişki konusunda Marks ve Engels’in “Avrupa merkezli bakış açısında” oldukları eleştirisinin haksızlığı, hatta yanlışlığına özel bir vurgu yapmak gerekir. Bunu, daha önce değindiğimiz için tekrar açıklamayacağız. Sadece proleter hareketin ve proleter devrimin şartlarının oluşumu ve gelişimi açısından bakılırsa anlaşılacak bu durumun sözü geçen tespitlerle ilgisi yoktur. Sonuçta Marks ve Engels döneminde proleter hareketin ve devrimin fırtına merkezi Avrupa’ydı.

Sözünü ettiğimiz ilişki hakkında Lenin’in “Büyük Rusların Ulusal Gururu” yazısı dikkate değerdir. Bu makalesinde Lenin işçi sınıfı için, komünist hareket için ulusal gururun yabancı bir duygu olmadığından söz eder.

“Ulusal gurur duygusu bize, biz bilinçli Büyük Rus proleterlerine yabancı bir duygu mudur? Elbette değildir! (…) Çarın kasapları, soylular ve kapitalistler elinde, güzel yurdumuzun uğradığı hakaretleri, zulüm ve aşağılamaları görmek ve duymak bizim için çok acıdır.”

“… eğer tarih, Büyük Rus egemen ulus kapitalizminin lehine karar verecek olursa, bundan çıkan sonuç, kapitalizmin doğurduğu komünist devrimin başlıca itici gücü olarak Büyük Rus proletaryasının sosyalist rolünün daha büyük olacağıdır. Proleter devrimi, işçilerin tam bir ulusal eşitlik ve kardeşlik ruhuyla uzun süre eğitilmelerini gerektirir. Onun için Büyük Rus proletaryasının çıkarları, Büyük Rusların ezdikleri bütün ulusların tam eşitliği ve kendi kaderlerini tayin hakkı uğruna -en kararlı, tutarlı, cesaretli ve devrimci tarzda- savaşım vermek üzere yığınların sistemli olarak eğitilmesini gerekli kılar. Büyük Rusların ulusal gururu (kölece yorumlanmamak koşuluyla) da, hem Büyük Rus, hem bütün öteki proleterlerin sosyalist çıkarlarıyla örtüşür. Uzun yıllar İngiltere’de yaşadıktan ve yarı İngiliz olduktan sonra, İngiliz işçilerinin sosyalist hareketinin çıkarları gereği İrlanda için özgürlük ve ulusal bağımsızlık isteyen Marks, bize her zaman örnek olacaktır.” Lenin

Lenin burada basit bir faydacılıkla, halkı ağına almış şovenizmi devrim için kullanmak yoluna gitmiyor ya da ne dediğini bilmez biçimde tekrarı olmayan bir nutuk atmıyor. Aksine burada şovenizmin altını oyuyor, milliyetçilikte içerili olan halk hareketinin, halk tavrının devrimci rolüne dikkat çekiyor. Kuşkusuz aynı zamanda proleter devrim yolunda ilerlemek için işçilerin tam bir ulusal ve kardeşlik ruhuyla “uzun süre” eğitilmeleri gerektiğini de özellikle vurguluyor. Tartışmamız bakımından dikkat çekisi olan Büyük Rusların ulusal gururunun hem Büyük Rus hem de bütün öteki proleterlerin sosyalist çıkarlarıyla örtüştüğünü söylemiş olmasıdır. Bütün öteki proleterlerin sosyalist çıkarları tartıştığımız Proleter Dünya Devrimine denk gelen bir kavramdır. Büyük Rus işçi sınıfının ulusal gurur duygusuna da sahip olarak kendi devrimini gerçekleştirmesi Proleter Dünya Devrimini kendi kesitinde ilerletmesi, hayata geçirmesi anlamına gelir. Büyük Rus işçi sınıfı Ekim Devrimiyle tüm insanlığın önündeki yeni çağın kapılarını açmış oldu. Bu kapıdan sızan ışık sadece o kapıyı aralayan Büyük Rus işçi sınıfının yüzünü aydınlatmadı, aynı ışıkla bütün öteki proleterlerin de yüzü aydınlandı. Büyük devrim hamlesiyle insanlığı Proleter Dünya Devrimine yakınlaştıran Büyük Rus işçi sınıfının adındaki “Büyük Rus” sıfatı kölece yorumdan kurtulmuş olarak, tam bir ulusal eşitlik ve kardeşlik ruhuyla eğitilmiş ve daha eğitilecek işçi sınıfının adı olmaya devam etti. Bu kez değişmiş olarak, Büyük Rus adının içeriği yeniden tanımlanmış olarak…  “Çarın kasapları, soylular ve kapitalistler”in elinde bir ulusal gururla değil, onların acı veren hakaretlerine, zulüm ve aşağılamalarına karşı konumlanmış bir ulusal gururla dolu olarak…

Lenin’in buradaki tutumunun ayrıca ulus kavramı bakımından irdelenmesi gerekir. Yukarıda bir topluluğun ulus niteliği kazanmasında kapitalist üretim tarzının, dolayısıyla ortak pazarın birleştirici özelliğine, bu kapsamda işçi sınıfının da ulusal yöndeki gelişmeye bağlı olarak vücut bulduğunu açıkladık. Ulus kendinde sadece burjuvaziyi barındırmaz, halkı da barındırır. Bu nedenle ulusun tarihçesinde halktan sınıfların da işçi sınıfının da önemli, olmazsa olmaz yeri vardır. Çelişki yasasından hareketle yorumlarsak eğer ulus kendinde hem ilerici hem gerici öğeleri, hem geçmişi hem geleceği, hem burjuvaziyi hem halkı taşır. Ulusun oluşumu da gelişimi de sonu da bu karşıtlıkların varlığında ve mücadelesinde gerçekleşir. Ulusallığı onda içerili olan ilerici öğelerden, halktan, esas olarak da işçi sınıfından ayırdığımızda elimizde saf bir gericilik kalır. Bu, aslında enternasyonalizmin de temellerini gerçeklerden ayırmak olur. Bizim üzerinde durduğumuz nokta bakımından sözü geçen olgunun, yani ulusun “ikiye bölünmesi ve ikiye bölünerek incelenmesi” gerekir. Lenin bu makalede ulus kavramına bu yöntemi uyguluyor. Ondaki karşıtlığı açığa seriyor ve gerici yönünü alt etmek üzere ilerici yönünü kuşanıyor. Proleter niteliğin öne çıkması ve gelişmesi yönündeki bu kuşanmayı şu cümle özetliyor: “Biz, dilimizi ve yurdumuzu severiz; biz, yurdumuzun emekçi yığınlarını (yani yurdumuz nüfusunun onda dokuzunu) demokratik ve sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek için elimizden geleni yapıyoruz.”

Buradaki tutumun iki karşıt yönün aynı biçimde desteklenmesi veya “ikinin birleşip bir olması” olmadığı açık olmalıdır. Birlik hali onun geçmişten gelen varlığıdır; bu varlığı Lenin ya da komünist hareket, hatta kendi başına işçi sınıfı inşa etmemiştir. O sayısız etmenin, ama esas olarak da kapitalist üretim tarzının ürettiği tüm toplumsal hareketin bir sonucudur. Oluştuğu andan itibaren de kendinde iki karşıt yön barındırmıştır. Burjuva yön ve esas olarak işçi sınıfından meydan gelmek üzere halk yönü. Gelişiminin belli bir aşamasında, belli koşullar öyle gerektirdiğinden (makalenin tarihi 1914’tür, 1. EPS arifesi, burjuvazinin ulusçuluk bayraklarını savaş trompetleri eşliğinde dalgalandırdığı, halkı kendi çıkarları uğruna savaş davet ettiği zamanlar) Lenin ulus içindeki ilerici öğeleri öne çıkaran proleter/Marksist tutumu açıklıyor. Diyalektik materyalizmin çok güçlü bir uygulamasına bizi tanık ediyor; Lenin, Rus proletaryasının ulusal gururunu Rus imparatorluğundaki halk kitlelerine dayalı zengin mücadele ve direniş geleneğiyle ilişkilendiriyor. Bu emperyalist paylaşım savaşının propaganda malzemesi olan şovenizmin altının oyulması üzerinde “tarihin çöplüğü” yazan boşluğa itilmesi hamlesidir. Bu hamle onun sonunu getirinceye dek defalarca tekrarlanmak zorundadır. Böylece Lenin burada savaş hazırlığındaki saldırgan ülke halklarına iç savaş, aynı ulustan burjuvaziye karşı savaş için de çağrı yapıyor.

Bu makale bize ulusallık ile enternasyonalizm arasındaki ilişki hakkında doğru düşünmenin yolunu verir. Proleter Dünya Devrimine hizmet etmek ulusal çitlerin görmezden gelinmesiyle başarılacak bir iş değildir. Aksine bu çitleri görmek, çitlerin varlığında somutluk kazanan ulusal tarihi ve değerleri bu çitleri kaldırmak üzere ona karşı kullanmak gerekir. Çitleri görmezden gelmek gerçekliği görmemekle aynıdır ve tamamen faydasızdır.

STALİN VE MAO’NUN DOĞRU POLİTİKASI

Komünist hareketin ulusal özelliklerine yaklaşımımız enternasyonalizme yaklaşımımızı içerir. Ulusallığı inkâr etmek, küçümsemek enternasyonalizmden somut olarak uzaklaşmaktan başka bir sonuç vermemiştir, vermeyecektir.

Mao Zedung da enternasyonalizmin vatanseverlikle örtüştüğünü savunmuştur. Onun “Enternasyonalist olan bir komünist aynı zamanda bir vatansever olabilir mi?” sorusu bu bakımdan meşhurdur. Bilindiği üzere Stalin de Mao da milliyetçilikle suçlanmışlardır. Stalin’in suçlanmasına daha önce değinmiştik. Sosyalist bir ülkenin, SSCB’nin korunması ve savaştaki zaferi uğruna geliştirdiği politikalar “anavatan savunması” kapsamında “milliyetçilikle” eleştirilmiştir. Onun Alman faşizmine karşı Sovyet halkına verdiği söylevdeki “ulusallık” vurguları öne çıkarılırken de bir enternasyonal gibi değil bir milliyetçi gibi davrandığı ileri sürülmüştür. Oysa Sosyalist Sovyetlerin korunmasının ve güçlü kılınmasının temel gerekçelerinden biri bu sosyalist ülkenin Proleter Dünya Devrimi için bir üs olmasıdır. Üslerin savaşlardaki büyük önemini hiçe sayan birinin bunu anlamasını beklemek yanlış olur elbette; fakat şu bir gerçek ki Alman faşizminin SSCB’ye saldırısı bir bütün emperyalistlerin genel politikasından ayrı değildi. Stalin öncülüğünde Komintern’in “barış için harekete geçme” politikalarının içeriği bu saldırıyı örgütleyenlerin ya da bu saldırıdan memnun olanların saflarında gedikler açmaktı. Bunun güdük de olsa başarıldığı bir gerçektir. Kuşkusuz bunda verilen tavizler ve sonuçta yapılan hatalar da vardır. Ne var ki bunlar genel politikanın ve elde edilen kazanımların başarısını yok saymaya neden olamaz. Gerçi gerçeklik bu yok sayma tavrını zaten mahkûm etmiştir. Alman faşizminin alt edilmesinden sonra da Proleter Dünya Devrimini içeren mücadeleler büyüyerek devam etmiştir. Bu mücadeleyi zayıflatan şey Stalin önderliğindeki Komintern’in dünya savaşındaki politikalarından çok revizyonizme sapan Kruşçev önderliğindeki SBKP politikaları olmuştur. ÇKP ile SBKP MK.leri arasındaki polemikler bunu tartışmasız biçimde göstermiştir.

Gene belirtelim, bu görüşümüz esas olanı ifade eder. Elbette biz 2. EPS sürecindeki kimi Komintern politikalarının, tavizler içeren yönlendirmelerin Proleter Dünya Devrimine zarar verdiğini kabul ediyoruz. Ne var ki bu hataların gerçek sorumlularının kendi ülke devrimlerini temel almayan, bu devrimlerin dünya devriminin somutluk kazanmış haller olduğunu ihmal eden ülke komünistleri olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir. Stalin’in “sosyalist anavatan bakış açısından hareket etmesi”, bununla birlikte ülke devrimlerinin sahip olduğu avantajları kavrayamaması, devrimlerin içerdiği çeşitli özel sorunlara vâkıf olmadan talimatlar verme, kararlar alma sorumluluğu üstlenmesi yanlışların somut sorumlularını haklı çıkarmaz. Sonuçta komünistler için her ülke devriminin sorumlusu o ülkenin komünistleridir ve devrim de o ülke halkının işidir…

Stalin hakkındaki değerlendirmelerde gerçekliğe işaret eden hatalar onun dar kafalı bir milliyetçi, bir Büyük Rus şovenisti olmasından değil, az önce yukarıda Lenin’den hareketle açıkladığımız “ulusal gururu” sosyalizm ile örtüştürmesinden, onu sosyalizm uğruna kullanmasından, kapitalistlerin şoven gururunu böylece galebe çalma anlayışından, dolayısıyla Proleter Dünya Devrimine anavatan savunmasıyla hizmet etme politikasından kaynaklanır.

Mao Zedung da aynı doğrultuda hareket etmiş Çin için “ulusal kurtuluş”u her bakımdan önemsemiş, öne çıkarmış, onu halk lehine, sosyalizm yönünde savunmuştur.

Mao özel bir biçimde komünistler için vatanseverliği “sadece olabilir değil olmak zorunda bir özellik” olarak tanımlamıştır. Kuşkusuz bu açık ve net tutumunda Mao’nun yarı sömürge Çin’de yaşamasının ve böyle bir Çin’in devrimine önderlik ediyor oluşunun etkisi vardır. Gene de bu konuda önceliği Marksist-Leninistlerin enternasyonalizmde ulusallığı ve ulusallıkta enternayonalizmi kavrama tutumlarını, çelişki yasasını derinlikli biçimde uygulama özelliklerini temel almak gerekir. Buna, sadece Mao’nun yaşadığı koşulların, Çin devrimi koşullarının ulusallığa, vatanseverliğe duyduğu daha güçlü somut gereksinimi, tıpkı Stalin’in Alman faşizminin ve destekçilerinin saldırısına karşı vatanseverliğe duyduğu gereksinim gibi eklemek yeter. Mao özelinde belirtilmesi gereken diğer bir özellik Çin’deki emperyalizm uzantısı bürokratik burjuvazi meselesidir. Bürokratik burjuvazi emperyalizmin uzantısı olmakla birlikte feodal yapının da beslediği bir oluşumdur. Mao’ya kadar “milli burjuvazi” geniş tanımlıdır ve bürokratik burjuvazi de bu tanıma dahildir. Oysa bu yapının temel özelliği ulusalcılığa emperyalizmi yeğ tutmasıdır, çünkü onun bir parçasıdır. Bu özellik nedeniyle Çin’de demokratik devrim aynı zamanda ulusal kurtuluş devrimidir. Bunlar birbirinden koparılamaz biçimde birleşmiş iki devrimdir. Mao Zedung’ta çok net ifade edilen “vatanseverlik komünistlerin bir özelliğidir” vurgusunun bu kaynaşmış iki devrim olgusuyla da ilişkilidir. Devrimin ulusal niteliği sadece komünistlerin bir ulusa dahil olmalarından ötürü değil emperyalizme ve iş birlikçilerine karşı da bir devrim olmasından ileri gelir. Bu nedenle Çin’de olduğu gibi bizde de ulusallık halkı devrim için örgütlemek bakımından belirleyici öğelerden biridir. Elbette bu Kürt ulusal sorunundan ayrı olarak Türk ulusunun da içinde olduğu bütün Türkiye’nin ulusal kurtuluş sorunundan ileri gelen bir özellik olarak ele alınmalıdır.

Çin’deki komünist zaferde Mao’nun bu doğru politikası ihmal edilemez önemdedir. Türkiye’de demokratik devrimin başarısı bakımından bu doğru politikanın, ulusal kurtuluş sorununun bütün Türkiye bakımından kavranması ve örgütlenmesi belirleyicidir. Bunu açıktır ki proletarya önderliğinde ve Proleter Dünya Devrimi için ileri sürüyoruz.

Mao Zedung’ta tanımlı olan komünistlerin vatanseverlik özelliğinin sosyalizmin bir ülkede inşası bakımından da irdelenmesi, geliştirilmesi gerekmiştir. Büyük Proleter Kültür Devrimi’nde de bu anlayış sürdürülmüştür. Tek ülkede sosyalizmin inşası sorunu enternasyonal kurtuluşun bir parçası olarak kavrandığında burada da vatanseverliğin önemli öğelerden biri olduğu anlaşılır. Sosyalizmin inşasına karşı duran revizyonizmin emperyalizme teslimiyeti, kucak açması proleter enternasyonalizme karşı olduğu kadar sosyalist anavatana düşmanlık da içerir. Bu düşmanlığa karşı mücadeleden bir an için olsun geri durulmamalıdır.

Bu her zaman ve kuşkusuz Proleter Dünya Devrimi bakış açısında gerçekleştirilmelidir. Maoizm bunun doruk noktasını ifade eder.

(SON)


Yazı dizisinin tamamına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

Proleter Dünya Devriminin Koşulları ve Komünist Sorumluluk-I
Proleter Dünya Devriminin Koşulları ve Komünist Sorumluluk-II
Proleter Dünya Devriminin Koşulları ve Komünist Sorumluluk-III